Monday, June 04, 2012

Yine yavaşlama işaretleri. Ama bir farkla…


(27 Mayıs 2012)
Dünya ekonomisinden yine “yavaşlama işaretleri” gelmeye başladı. Ancak bu kez veriler ekonomik kriz içinde olağan, sıradan bir “genel olarak yavaşlama” olgusundan öte bir duruma işaret ediyor. Dünyanın önde gelen ekonomileri “senkronize” (eşzamanlı) olarak yavaşlıyorlar. Bu  tehlikeli bir konjonktürün varlığına işaret ediyor.

“Senkronize” bir yavaşlama

IMF, bu yıl dünya ekonomisinin toplam büyüme hızının, 2011’yılında gerçekleşen yüzde 3.9’un altında kalacağını düşünüyor. Ancak bu sıradan, bazı ekonomiler büyürken bazılarının yavaşladığı bir ortalama yavaşlama hızı değil. Dünya ekonomisinin performansını belirleyen, ABD, Çin, AB (Almanya dahil), Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Avusturalya gibi ülkelerin ekonomilerinin hepsi yavaşlıyorlar (BBC, Wall Street Journal, 24/05/12). Bu yavaşlamanın, özellikle üretim, yatırımlar alanında odaklandığı, AB bölgesi Satın Alma Müdürleri İndeksindeki son değişimlerin gösterdiği gibi, talep ve kar beklentilerindeki kötümserlikten kaynaklandığı görülüyor. BBC ve WSJ verileri aktarırken, gelen verilerin 3 yıl öncesi düzeye, krizin 2009 yılındaki en sert noktasına geri dönmekte olmasından söz ediyorlar. Bu ortamda MSCI’nin (global borsa indeksi) Mart ortasından bu yana yüzde 9 düştüğü görülüyor. Küresel tüketim talebinin düzeyini gösteren bir diğer ölçüt olarak petrol fiyatlarının da bu ayın başından bu yana yüzde 15 gerilediğine dikkat çekiliyor. The Economist Avrupa’da kredi piyasalarındaki daralmanın daha da kötüleştiğini aktarıyor.
Foreign Policy dergisinde Arthur Kroeber, Çin’de Nisan ayında  yıllık yüzde 12 olarak gerçekleşmesi beklenen sanayi üretimi büyüme hızının yüzde 9.3’de kaldığına, 2012’nin ilk üç ayında yıllık reel büyüme oranının yüzde 7’ye gerilediğine, perakende satışlardaki, banka kredilerindeki ani gerilemelerin Çin yönetimini de şaşırttığına, kaygılandırdığına dikkat çekiyor. (Foreign Policy 22/05/2012)
Wall Street Journal,  bu “senkronize” yavaşlamanın, dünya ekonomisinde “kendi kendini besleyen,  kırılması zor bir kısır döngü yaratmaya başlamasından korkuyor”. Wall Street Journal korkularında haklı. Kapitalizmin krizlerinin tarihi üzerine doktora tezimi yazarken, bu “senkronizasyon” (eşzamanlık) benim de dikkatimi çekmişti; Büyük Depresyon olarak anılan döneme girerken, gelişmiş kapitalist ekonomilerin büyüme hızları arasında 1923-4’den itibaren başlayan senkronizasyonun, ‘27-‘29 arasında en yüksek düzeye ulaştığını, 29-30 arasında kısmen azaldıktan sonra 33-37 arasında yeniden yüksek düzeylere çıktığını gözlemlemiştim. Ondan sonra zaten II. Dünya Savaşı’na açılan döneme girilmişti. Bu gözlemlerin, daha önce aktardığım “23 yıllık depresyon” senaryosunu (Market Watch, 14/12/2011) da desteklediğini ne yazık ki vurgulamam gerekiyor.
Diğer taraftan, senkronize bir gerileme lokomotifini kaybetmiş bir dünya ekonomisi anlamına geliyor. Bu koşullarda, ülkeler arasında rekabet, anlaşmazlıklar iki yoldan giderek artıyor: Ülke ekonomileri sorunlarını uluslararası alana yansıtmaya, kaynaklara, pazarlara ulaşmaya çalışırken, kendi pazarlarını koruma eğilimi güçleniyor. İkincisi, bu ülkelerin hükümetleri, başarısızlıklarını, yükselen toplumsal muhalefeti, dış politika sorunlarından yararlanarak, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı vb., duyguları körükleyerek etkisizleştirmeye çalışıyorlar.

Uluslararası ilişkiler

Geçen hafta kimi tartışmalar, yaşanan olaylar, bu beklentileri destekleyen, kaygı verici gelişmelere ışık tutuyordu.
Örneğin, Avrupa Birliği’nde çok kritik bir dönemde, yapılan G8 zirvesinden, basiretsizlikten, belirsizlikte öte bir sonuç çıkmadı. Öğle ki, Financial Times’ın uluslararası ilişkiler yorumcusu Philip Stephens’e göre, “Kısa süre öncesine kadar Batı’lı güçlerin bu tip toplantıları dünyanın ilgisini çekerdi. Bu günlerde bu toplantılar, Batı’nın ne kadar hızla, ne derecede düşmüş olduğuna dikkat çekiyor”.
Stephens, “unutmayalım ki” diyor “bu yüzyıl başlarken, US ebedi bir hegemon rolündeydi. AB,  post-modern, ulus devlet sonrası çok yanlı ilişkilerin modeliydi. NATO Balkanlarda Miloseviç’e haddini bildirdikten sonra, kendini yeni küresel düzenin askeri bekçisi olarak yeniden icat etmişti”. “On yıl sonra, G8 karar alamıyor, devletlerin mali krizi AB’yi dizlerinin üzerine çökertti... Dünyanın en büyük askeri gücü NATO, Afganistan’dan çıkma telaşı içinde”.
Halbuki Stephens’e göre, “AB ve Avrupa’nın, küresel ortak alanlarını koruyabilmek için hala birbirlerine gereksinimi var. Ama liderlik, amaç ortaklığı, AB’de de bu ittifakı sürdürmek için üzerine düşen harcamaları yapacak  niyet ve kaynak yok.”

...yeni gelişmeler...

Stephens haklı, ABD ve AB’nin “küresel ortak alanlarını koruyabilmek için” birbirlerine gereksinimi var. Çünkü bu mali kriz ve “senkronize gerileme” içinde, sahada yeni oyuncular var.
Geride kalan 30 yılda ortalama yüzde 10 dolayında bir büyüme hızıyla dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna yükselen Çin, şimdi bu hızlı büyümenin kaçınılmaz olarak getirdiği, kapasite fazlası, inşaat piyasaları balonu, gittikçe artan kaynak gereksinimi, hızlı kentleşme,  yeni ve ücretlerini arttırmaya başlayan işçi sınıfı, dış piyasalarda özellikle AB’den gelen talepte daralma gibi sosyoekonomik sorularla yüzleşmeye başlıyor.
Bu koşullarda Çin’in, bu köşede de aktarılmış olduğu gibi, Afrika, Latin Amerika, Orta Asya, Ortadoğu gibi kaynak alanlarına sermaye akıtarak, nüfus transferi yaparak girmeye başladığını görüyoruz. Geçen hafta üç haber bu bağlamda anlamlıydı. Birinci haberde Fabiana Frayssinet, Çin ile Brezilya arasında özellikle enerji alanında hızla artmakta olan işbirliğine, Çin enerji şirketlerinin Brezilya’daki etkinliklerine dikkat çekiyordu (IPS News 23/05). İkincisinde, National Interest , NATO Afganistan’dan çıkarken Çin’in, bu ülkedeki, dünyanın ikinci büyük bakır rezervlerini işlemek, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Batı Çin bölgeleri arasında demir yolları ağları kurmak üzere uzun süreli yerleşmeye başladığını aktarıyordu. Üçüncüsü, Financial Times’ın Asya uzmanı Kahrine Hille Pekin’den, son dönemde, Çin’in, tüm başarılarına karşın dünyanın geri kalanında gereken saygıyı görmediğine ilişkin bir kızgınlığın, yabancı düşmanlığının hızla artmakta olduğunu aktarıyordu.
Japonya’da önceki hükümetin, savunma bakanı Yuriki Koike, Project Syndicat sitesine konan yorumunda, Çin’in, “çekirdek ulusal çıkar” olarak tanımladığı konuları, alanları son dönemde, Güney Çin Denizindeki tüm komşularını tedirgin edecek biçimde genişletmeye başladığından yakınıyordu.
Bu resmi tamamlayacak bir gözleme de “AntiWar.com” sitesindeki Conn Hallinan imzalı, “Asya’nın çılgın silahlanma yarışı” başlıklı yorumunda rastladım. Bu yorumda aktarılan veriler, Çin’in bu milliyetçi, komşularında kaygı yaran refleksleri, hızla artmakta olan askeri harcamaları karşısında, bölge ülkelerinin hızla silahlanmaya başladıklarını gösteriyordu... 

No comments: