Monday, June 04, 2012

Bir Laboratuvar olarak Yunanistan-II



Tabii yüreğimiz ve gözümüz Yunanistan proletaryasının mücadelesinde bu mücadeleye önderlik etmeye çalışan siyasi partilerin karşılaştıkları büyük zorluklarda, risklerde ve güçlerde. Tabii ki Yunanistan proletaryasının başarılı olmasını, tarihi kapitalist süper sömürü modelinde dondurmaya çalışan neo-liberalizmin buzlarını kırarak yeni bir yol açmalarını diliyoruz, umuyoruz.
Yunanistan’da sınıf mücadelesinin keskinleşmesine paralel derinleşen krizi izlerken, uzun süredir tartışma olanağı bulamadığımız konuları yeniden hem de somut, tarihsel ve sürmekte olan bir konjonktüre göndermeyle, ya da onun gündeme getirdiği sorunları düşünerek tartışıyoruz. Bu tartışmaların hepimiz için çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Sol.org sitesinin bize ulaştırdığı KKE Merkez Komitesi açıklaması da bu bağlamda çok yararlı bir katkı oluşturuyor.
Tabii ki bizler KKE’nin, SYRIZA’nın, ANTARSYA gibi grupların içinde bulundukları konjonktürü algılama biçimini tam olarak kavramayız. Onlar çok yönlü bir mücadelenin içindeler, biz bir anlamda  tribünlerden izliyoruz. Tüm Avrupalı sosyalistler ve Avrupa proletaryasının sınıf bilinçli kesimleri gibi... Onların tutumları bize en fazla çok değerli veriler sunuyor, kendi tartışmamızı sürdürebilmek için...
Bu tartışmayı sürdürmek için, KKE’nin metninin eleştirel bir okumasına başvurabiliriz. Bu hiç de yararsız bir çaba olmaz. Ama KEE’nin açıklamasındaki dilin şiddetinden, ortamın gerginliği  üzerine bir fikir edinmek olanaklı. Bu da anlaşılabilir. Ama yavaş ve sağlıklı bir tartışmaya yardımcı olmayan bir şiddet, gerginlik bu. Sanırım, Yunanistan’da da kimsenin, yavaş bir tartışmaya  zaten vakti yok. O daha sonra, toz duman yatıştıktan sonra gündeme gelecek. Ama bu gün bizim, burada, o kadar büyük bir acelemiz yok. Bu yüzden ben tartışmaya, Yunanistan deneyiminden öğrenme çabalarıma, başka bir yoldan devam etmeye çalışacağım.
Bu yazımda bir adım geri çekilip, KKE, SYRIZA vb., örgütlerin tercihlerinin üzerinden atlayıp, sınıf mücadelesinin, işçi sınıfının iktidara yürüme sürecinin, olasılıklarının, kimi teorik sorunların üzerinde düşünmeye çabalayacağım. Tabii ki “Yunanistan laboratuvarı” her zaman bu düşünce sürecinin arka planında duruyor olacak.

Devrimci durum / kriz

Lenin’in “devrimci durum” tanımından hareketle bugün Yunanistan’da bir “devrimci durum” olduğu sonucuna ulaşabiliriz: Yönetenler eskisi gibi yönetemiyorlar, yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar, bunu da gerek kitlesel eylemlerle gerekse de sandık başında gösteriyorlar. Demek ki egemen sınıfın hegemonyası dağılıyor, halk sınıfları neleri istemediklerinin  ayırdına varıyor, bunları açıkça dile getiriyorlar.
“Devrimci durum” tarifi gereği istikrarsız, ama daha önce gündemde olmayan olasılıkların da gündeme gelmeye başladığı bir “duruma”, yeniyi doğurmaya aday bir “olay alanının varlığına”, her an yeniden şekillenen, değişken ve plastik (şekillendirilebilen) bir toplumsal sürece işaret eder.
Somut tarihsel biçimler açısından, “devrimci durumu” bir devrim olayına, karşı devrime, siyasi iktidar, devlet, rejim biçimlerinde değişikliklere ilişkin olasılıkların gündemde olduğu anlamına geliyor.
Ancak bu istikrarsız /kararsız durum uzun süre devam edemez. Sınıflar arası iktidar ilişkileri uzun süre kararsız bir fazda kalamaz. Kırılan hegemonya süreci, şu veya bu biçimde, ya burjuvazi (günümüzde uluslararası mali sermayenin uzantısı olarak) ya da proletarya (işçi sınıfı ve önderlik ettiği sınıf ve tabakalar) tarafından yeniden kurulmak durumundadır.
Bu bağlamda “devrimci duruma”, “bu düzensizliğe kim nasıl bir düzen getirecek?” sorusuyla yaklaşmak gerekir.  Bu soruya cevap  verebilmek için, genelde “yöneten-yönetilen” kavramlarının ötesine geçip, kapitalist toplumun iki temel sınıfını betimleyen, burjuvazi ve işçi kavramlarıyla düşünmek gerekiyor.

İki sınıf, iki hegemonya

O zaman karşımızda iki soru var: Birincisi “bu devrimci duruma” düzen getirmek hegemonyasını  yeniden kurmak için burjuvazi ne yapmalıdır?  İkincisi, bu devrimci durumu, çözülmeye başlayan düzeni bir başkasıyla değiştirerek yeni bir düzen getirmek için proletarya ne yapmalıdır?
Yeniden “devrimci durum”a dönerek bu kez bu iki sınıf açısından bakarsak:
Burjuvazi:
Uluslararası mali sermayenin uzantısı olan burjuva egemen sınıfı, yönetme kapasitesini kaybetti.
Toplumda diğer mülk sahibi sınıflara liderlik yapamıyor.
Egemen ideolojinin en temel savları geniş halk sınıfları tarafından, sorgulanıyor, reddediliyor.
Yeni bir program üretemiyor.
Güçlerini, siyasi partilerini,  çeşitli kesimlerini, entelektüellerinin söylemini,  kendi programını dayatmak bağlamında birleştiremiyor.
Proletarya:
Pratik ve ideolojik anlamda burjuva hegemonyasının dışına çıkıyor
Sınıf şekillenmesinin nesnel yapısı, krizin getirdiği  işsizlik, yoksullaşma, mekan değişikliklerinin etkisiyle çözülüyor.
Sokaktaki ve sandık başındaki tutumu, ortak bir sınıf bilinci oluşturma eğiliminin güçlendiğini düşündürüyor. Ancak,  işçi sınıfı güçlerini (sınıfın farklı kesimlerini, parti, grup, sendika gibi örgütlerini) ortak bir program altına birleştiremiyor. Neye karşı çıktığını biliyor, ötesini bilmiyor. Henüz reformist özelliklerinden kurtulduğu söylenemez. Ancak “devrimci durum” tespiti, devrimci söylemlerin, taleplerin, taktiklerin ne kadar aşırı olursa olsun anlam kazanma şansının, var olmaya devam edeceğini söylüyor.
Bu durumdan, yeniden bir düzen kurarak çıkmak için burjuvazi ve proletarya ne yapıyor ve daha fazla neler yapabilir?
Toplumda iki ana sınıfın, bu sınıfların organik entelektüellerinin, örgütlerinin dışında, başka sınıflar da var. Bu sınıfların kendi örgütleri, organik entelektüelleri var. Dahası ne burjuva sınıfı ne de proletarya homojen bir yapı sergilemiyorlar. Her iki sınıfın birden fazla siyasi partisi, temsil ilişkisi kurmaya çabalayan grupları olabiliyor
Burjuvazi:
Üç taktiği birden izliyor.
a)     Uluslararası mali sermayenin tehditlerini,  kendi sınıfının iç ilişkilerini de kullanarak kendi güçlerini birleştirmeye, partilerini entelektüellerini birlikte davrandıracak bir “formül”  bulmaya çabalıyor
b)     İkincisi, toplumda, sınıflar yelpazesinde, talepleri ve çıkarları açısından proletarya ile kendisi arasında, ortada duran kesimleri, bu kesimlerin temsilcilerini kendi yanına çekmeye çalışıyor. Bu Gramsci’nin “trasformizmo” olarak nitelediği bir sürece tekabül ediyor. Burjuva sınıfı ortadaki kesimin, kendine en yakın kısmını hemen yanına almak için uygun tavizleri,  tehditleri, sözcülerini satın almanın yöntemlerini hızla devreye sokuyor. Ortadaki kesimin “ortasındakini”, kendine en yakın kesim haline getirmeye çalışırken, karşı tarafa yakın kesimleri tarafsızlaştırmaya, ya da karasızlığa itmeye çalışıyor. Kaos, yıkım, tehdidi, “bunlar sekter, dayatmacı, ne yaptıklarını bilmiyorlar, güvenilmez” propagandası, “bunlar gelir de beceremezlerse o zaman faşizm gelir” şantajı. Bunlar ve moleküler düzeyde, bireyleri, kurumları teker teker kazanarak dönüştürmek, bu orta kesimleri kazanma manevralarında en etkili araçları oluşturuyor.
c)     Burjuvazi bir toplumsal uzlaşma kuracak, sağduyu temelli, “kaçınılmazlık” iddiası, krizden çıkma vaadi taşıyan bir söylem üretmeye, umut vermeye çalışıyor. Sınıf çelişkilerini bir üçüncü “gösterge” örneğin, “ulusal çıkar” altında kapsamaya ve yönetmeye çalışıyor.
Proletarya:
Aslında proletaryanın yapması gerekenler de burjuvazininkinden farklı değil. Hatta proletaryanın yeni bir hegemonya “momenti” oluşturmak açısından, hareketinin momentumunu koruyabilirse, daha avantajlı konumda olduğu dahi söylenebilir.
Ancak, işçi sınıfının, burjuva sınıfının taktiklerine benzer taktikleri uygulayarak güçlerini birleştirmekte, örgütlerini birlikte davrandırmakta, ara sınıfları grupları ve entelektüelleri etkilemekte, çok özel durumlar dışında, burjuvazi kadar başarılı olamadığı da görülüyor.
Proletaryanın sınıf bilinçli öğelerinin örgütlerinin, sürekli kendilerini burjuva ideolojisinin, propagandasının etkilerinden koruma, bağımsız siyasi çizgi üretme refleksi, çoğu zaman, yanına çekmesi gereken orta kesimleri (trasformizmo) yabancılaştırıcı etki yaratarak burjuvazinin işini kolaylaştırıyor.
Bir önceki (1917-1989) döneminin deneyimlerinin yarattığı  farklı geleneklerin, parçalanmışlığın mirasının ağırlığı da bu başarısızlıklara katkı yapıyor; çoğu zaman burjuvazi açısından kurcalamaya, saptırmaya uygun verimli bir alan oluşturuyor.
Bu sorunu üç aşamalı (mantıksal süreçler açısından, zaman da değil) bir yaklaşımla ele almak olanaklıdır diye düşünüyorum:
Birincisi, işçi sınıfının devrimci geleneğinin gerçek temsilcisi olduğuna inanan siyasi partilerin, bu iddialarını terk etmeden [[1]], işçi sınıfının başka örgütlerinin, geleneklerinin de olacağını kabul etmeleri gerekiyor. İkincisi kendini işçi sınıfının devrimci geleneğinin gerçek temsilcisi olarak gören bir grubun, işçi sınıfının diğer örgütlerinden, partilerinden, birleşmenin teorik tarihsel zemini oluşana kadar (bu zemin çok uzun bir süre, hatta bu ve bundan sonraki dönemlerde de oluşmayabilir), örgütsel olarak ayrı durması, örgütsel bağımsızlığını koruması gerekiyor. Üçüncüsü, kendini işçi sınıfının devrimci geleneğinin gerçek temsilcisi olarak gören bir grubun, somut talepler etrafında, ideolojik farkları, geçmişteki husumetleri arka plana atarak, işçi sınıfının diğer parti ve örgütleriyle, birlikte davranmaya, böylece sınıfın güçlerini birleştirmesini sağlamaya çalışması gerekiyor.
İşçi sınıfının birliğinin sağlanması konusuna gelince de işçi sınıfının, sınıf bilinçli öğelerinin, siyasi örgütlerinin tutumunu “kitle çizgisi” ilkesine, Komünist Manifesto’da, komünistlerle sınıf arasındaki ilişkiler bağlamında gündeme getirilen ilkelere  göre kurmaya çalışması gerekiyor.
Sınıf bilinçli kesimin politikası sınıfın andaki “ortak” genel hareketini tanımlayan özelliklere, bilincine, onun önemli bir kesimini peşinden sürükleyebilecek kadar yakın olmalıdır, ama proletarya içindeki  bilinç katmanlarının en düşük, burjuva ideolojisine an açık, ortak paydasına da, peşine takılmayacak kadar uzak olmalıdır.
İkincisi, sınıfın andaki yöneliminin tarihsel durumunun saptanması, diğer bir deyişle tarihin nesnesinin devinme hızı, şiddeti ve yönü tanımlanarak, bu kitle çizgi onu güçlendirecek ve hızlandıracak biçimde saptanmalıdır.
Bu, tercihler, başka gruplarla, ortadaki unsurlarla iş birliği, ittifak yapmaktan, hükümet kurmaktan, hatta onların programlarının kimi unsurlarını benimsemekten, hükümeti bozmaktan, reformcu platformdan aniden devrimci platforma atlayarak isyan çağrısı yapmaya, gerekirse, bir “cepheyi” herkesten önce terk ederek geri çekilmeyi örgütlemeye kadar geniş bir seçenekler yelpazeni içermelidir. Burada taktik adımlar önceden karar bağlanamaz, konjonktürün seyrine, somut durumun somut tahliline, yalnızca buna göre saptanır.
Tüm bunları başarabilmek için, hatta bir şans elde edebilmek için, ülkenin ve sınıfın (sınıfların) içinde olduğu duruma, işçi sınıfının çıkarlarının (hareketi hızlandıracak, iktidara taşıyacak, ya da çekilmeyi düzenleyecek) bakış açısıyla bakarak düşünerek, sınıfın çıkarlarını merkeze koyarak yaklaşmak gerekecektir. Kısacası, amaç, sınıfı birleştirmek, muhalefet hareketinin hızını arttırmak, bunu yapmaya çabalarken de “orta kesimleri” yanına çekerek bir hegemonya olasılığı aramak olmalıdır.
Sınıfın siyasi iktidara ulaşma şansı, sınıf örgütlerini koruma olanakları ancak bu hareket içinde sağlanabilecektir.  Hareket devam ettiği sürece, , ayakta kalmak, kitleler tarafından korunmak yeni olasılıklar aramak olanaklıdır. Eğer hareket içinde işçi sınıfının muhalefeti hareket, kapitalist sınıfın (Bob Jessop’un bir kavramını ödünç alırsak) olağan zamanlarda kurduğu “ekolojik hakimiyeti” zayıflatır. Bu ekolojik hakimiyet, Kapitalist sınıfın, işçi sınıfının eylemlerini sınırlama, iradesini denetleme kendi iradesini işçi sınıfına dayatma kapasitesinin, işçi sınıfını, kapitalist sınıfın eylemlerini sınırlama, iradesini denetleme kendi iradesini  kapitalist sınıfa dayatma kapasitesinden daha yüksek olduğu anlamına gelir. “Hareket” momentumunu koruya bildiği sürece, işçi sınıfının, kapitalist sınıfın ekolojik hakimiyetini kırma, hatta kendi ekolojik hakimiyetini kurma olasılığı var olmaya devam eder. Burjuvazinin ekolojik hakimiyeti yeniden güçlenmeye başlamışsa, hegemonyasını restore etme çabaları da başarılı olmaya başlamış demektir.
Devrimci durumdan bir devrim çıkmayacaksa, en azından hareketin geri çekilmesini düzenlemenin, mevzilerinin yeni başlangıçlara izin verecek bir düzeyde kalmasına olanak verecek uzlaşma noktalarının bulunması ve/veya kurulması gerekir. Bunu sağlayabilmenin yolu, işçi sınıfının, ona yakın ara tabakaların ve entelektüellerinin oluşturduğu bloku mümkün olduğu kadar dağıtmadan korumaktan geçecektir. Geri çekilme sırasında karşılıklı suçlamalarla, bu süreci “örgüte yazma” çabaları her zaman ters tepecek, dahası geri çekilişin disiplinini bozacaktır.
Tarih, bir “devrimci durum”un “kaosu”,  burjuvazinin kendi hegemonyasını restore etmesiyle aşıldığı zaman, işçi sınıfının, devrimci hatta reformist kadrolarının, örgütlerinin maddi ve manevi kayıplarının çok büyük olduğunu  göstermektedir.


[1] Devrimci geleneğin gerçek temsilcisi kim sorusunun cevabını bu gün teorik olarak arayabiliriz. Ama bu sorunun cevabı, siyasi ve  tarihsel anlamda, ancak geriye doğru, devrim “olay”ına bağlı olarak ancak ondan sonra, geçmişe bakarken bulunabilecektir. Bugün bu iddiaya sahip olanların bu iddialarını kıskançlıkla korumaktan başka seçenekleri yoktur.

No comments: