Friday, May 20, 2011

“Egemen Kanaat”e karşı bir yazı

Türkiye’de AKP’nin genel seçimleri büyük farkla kazanarak, tek başına hükümet kurmanın ötesinde, Anayasa değişikliği yapabilecek bir meclis çoğunluğuna ulaşabileceğine ilişkin bir “kanaat” egemen oldu.

 “Düşüncenin” görevi toplumda egemen olan “kanaatleri” sorgulamaktır. Bu yüzden, şu soruyu sorabiliriz: Seçimlere giden konjonktürde, bu egemen kanaati desteklemeyen hatta aksi yönde etkenler var mıdır? Ben var olduğuna inanıyorum.

Çok “özel” Bir Parti
AKP kendi düşünürlerinin de bir çok kez vurguladığı gibi iç ve dış dinamiklerin kesişmesinin ürünü olarak ortaya çıkmış, çok özel bir partidir.

İç dinamikler, düzen partilerinin yönetemeyerek halkın gözünde, medyanın da büyük katkılarıyla, “iflas etmiş”, iktidarsızlaşmış kurumlar durumuna düşmesine yola açan siyasi ve sonra ekonomik bir krizle ilgilidir. Bu kriz sırasında, Siyasal İslam bölünerek içinden liberal ve küreselleşmeci bir kanat ortaya çıkarıldı. Bu kanat, liberal entelijansiyanın büyük katkılarıyla, toplumun geleneksel olarak Siyasal İslam’ın ideolojik ve kültürel erişiminin dışında kalmış, etkilenmemiş kesimleriyle bir diyalog kurarak, geleneksel egemen ideolojiye karşı yeni bir hegemonya süreci başlatabildi.

Dış dinamiklerse, ABD’nin 11 Eylül’le birlikte bölgede başlattığı “yeniden düzenleme” sürecinde, ABD yanlısı ve neoliberal eğilimli bir Müslüman müttefik yönetime (araca) gerek duyulmasıyla ilgilidir. Bu gereksinimin bir sonucu olarak, Tayyip Erdoğan, daha henüz resmi bir kimliği yokken Beyaz Saray’da “Oval Office” de Bush’la baş başa konuşabilmiş, daha sonra Richard Perle’in koltuğu altında American Enterprise Institute’de “Derin Demokrasi” başlıklı bir semineri verebilmiştir.

Bu iki eğilimin kesiştiği yerde,  AKP, hem ulusal hem de uluslararası medyanın yardımıyla, “Askeri vesayeti” yıkarak demokratik hakları geliştirmeyi, Avrupa Birliğine girmeyi, Kürt sorununu çözmeyi hedefleyen, bölgede başlamakta olan Jeopolitik alt üst oluştan yararlanmaya yatkın bir parti olarak , medyanın ve “kanat önderlerinin” (ki o zaman henüz bir AKP medyası, “yandaşlık” olgusu yoktur) katkılarıyla, seçmene sunulmuş ve seçmen tarafından kabul görmüştür. Böylece Siyasal İslam’ın çekirdek seçmenine, yaşam tarzı, ait olduğu “hakikat rejimi” açısından Siyasal İslam’dan geleneksel olarak uzak bir seçmenin kabulü eklenmiş ve AKP seçimleri kazanmıştır. Kısacası AKP içerde siyasi, ekonomik hatta ideolojik bir krizin (rejim krizinin), dışarda da başlamakta olan bir jeopolitik krizin çakışan dinamiklerinin ürünü, diğer bir deyişle, siyasal İslam’ın (bir hareketin) olağan üstü koşullarda ürettiği olağan üstü bir partidir.

Bunu,  AKP liderliğinin dayandığı “ilişkiler matrisine” bakarak da görebiliriz. Bu “matris”, hem AKP’nin hem ülke içinde oluşturmaya ve yönetmeye başladığı hegemonya ve trasformismo (pasif devrim süreci içinde yanına çekerek dönüştürme) sürecinden, hem de siyasal İslam hareketi içinde farklı kesimleri bir arada tutmayı amaçlayan bir  ikinci hegemonya sürecinden, hem de dış destekleri koruma ve bu üç eksen arasında bir modis operandi kurma zorunluluğundan oluşmaktadır. AKP’nin bir kez daha seçimleri kazanabilmesi bu matrisin  işleyebilmesine bağlı olacaktır.

AKP’nin başarısının üç “balon”u
Bu noktada, AKP’yi bu güne getiren sürece baktığımızda “üç balon”dan (yapay hatta sanal yükselişten) söz edebiliriz: Ekonomik balon, Dış Politika Balonu ve Demokrasi Balonu.  Yukarıda sorduğum “Bu seçimlerde bu egemen kanaati desteklemeyen, hatta bu egemen kanaate karşı etkenler var mıdır?” sorusunun verdiğim “Evet var” cevabı da işte bu üç “balon” la ilgili.

Ekonomik balonu görebilmek için AKP döneminde yaşanan ekonomik büyümenin finansal kaynaklarına bakmak yeter. AKP döneminde katlanarak artan dış borç, Milli Gelirin yüzde 6’ına ulaşan tüketici kredileri, bu yıl bir önceki, döneme göre yüzde yüzden fazla artan cari açık bu büyümenin bir kredi balonuna dayalı olduğunu gösteriyor. Yabancı firmaların karlarını dışarı çıkartma oranlarında geçen yıl yaşanan rekor artış,  geçen hafta borsada yaşanan yüzde 5+  gerileme, dış ticaret açığının, ekonomideki ısınmanın, Wall Street Journal, Financial Times, The Economist gibi yayınlarda kimi zaman “fokur fokur kaynıyor” gibi ifadelerle tartışılmaya başlanması da balonun patlamak üzere olduğunu düşündürüyor.
Dış politika “balonu”da Büyük Ortadoğu Projesiyle başladığı varsayılan yeni dönemde, Türkiye’nin, bölgesinde, hatta dünyada sorun çözücü irade, ABD projesi ve İsrail güvenliği açısından önemli bir aktör haline gelecek olması umuduyla ilgiliydi. Bu umut sonra, “dünya gücüyüz, bölge lideriyiz” fantezilerine dönüştü. Ancak, bu fantezilere dayalı dış politika, bir sonuç üretemediği gibi bu yıl, “Arap uyanışı” denen olayların dalgası çarpınca dağılıverdiler. Filistin sorununda esas irade Mısır’ın elindeydi.
Komşularla sıfır sorun olanaksızdı. Dünyada yeni dengeler oluşur, Çin, Hindistan Brezilya varken, en yoksul ülkelere ağabeylik etmeye kalkmak tam anlamıyla bir hayaldi. AB üyeliği ise çoktan gündemden çıkmıştı. Kısacası, AKP, seçimlere, “dünya gücü, bölge lideri oluyoruz” balonu patlamış olarak gidiyor.
Demokrasi balonunun da patladığı görülüyor. Kürt açılımı, Kürtlerin suratına şiddetle çarparak kapanır,  Kürtler kendi yolarına gitmeye hazırlanırken, bireysel özgürlükleri arttırmak iddiasıyla, başlayan süreç, hırçın polis baskısına. birey özelini imha eden, telefon dinleme kaset üretme vb..  kanalına girdi. Yeni tarz siyaset, rakiplerini sürekli yalancılıkla suçlayan (burjuva siyaset geleneğinde rakip partilerin liderleri birbirlerini meşru sayar, kişiliklerine saldırmazlar) bir dile dönüşür, seçim kampanyalarının söylemi din ahlak alanına çekilirken, yakın zamana kadar AKP’yi destekleyen liberal aydınlar arasında “askeri vesayetin yerini siyasi vesayet” alıyor korkusu oluştu.

Bu üç balon patlarken, siyasi arenada, bir önceki seçimlerden farklı olarak üç önemli etken var. Biri, ana muhalefet partisi CHP’nin. yeni lideri ve söylemiyle seçmenin, hatta liberal aydınların ilgisini çekmeye başlaması. İkinci etken de ısrarla yükselmeye başlayan toplumsal muhalefet dalgası. Üçüncüsü, Darbe korkusu, Ergenekon şaşkınlığı yatışırken AKP, seçim kampanyalarında yeni, tutarlı ve tanımlanabilir bir söylem üretememesi, dilinin bu ülkede alışılmadık ölçüde sertleşmeye başlaması.

Tüm bunlar, bana, bu günkü konjonktürün içinde egemen kanaati sorgulayan gelişmelerin de olduğunu, egemen kanaate teslim yada tutsak olmamak gerektiğini düşündürüyor.

No comments: