Thursday, October 21, 2010

‘Obamania’dan ‘Çay Partisi’ne

ABD’de 2 Kasım’da yapılacak Senato ve Temsilciler Meclisi ara seçimlerinden, Demokrat Parti’nin büyük bir yenilgiyle çıkarak Temsilciler Meclisi’ndekiçoğunluğunu kaybetmesi bekleniyor. DP’nin senatodaki çoğunluğunu kaybetmesi olasılığı da var. Böyle bir gelişme, seçmenin bir dönem ortası protestosunun sonucu olmanın ötesinde bir anlama sahip gibi görünüyor. Siyasette bir iklim değişikliği de söz konusu.

Cumhuriyetçileri bile korkutan yükseliş

İki yıl önce bu zamanlar ABD seçmeninde, hatta dünya kamuoyunda, benim bu köşede “Obamania” olarak nitelediğim (gerek bizim gazetede, gerekse de genelde sosyalistler arasında kuşkuyla karşılanan) bir iyimserlik dalgası yükseliyordu. Zizek’in, kuşkuyla yaklaşanlara karşı “Sinizme kapılmayın, umuda bir şans verin” dediği bu iyimser beklentilere göre ABD’de ilerici bir kabarış yaşanıyordu. Obama seçilecek, ABD siyasi coğrafyası ve uluslararası ilişkiler köklü bir biçimde daha demokratik, adaletli, eşitlikçi bir yönde değişecekti.

Aradan geçen zaman ne yazık ki Zizek’i haklı çıkarmadı. Obama yönetimi tam anlamıyla bir düş kırıklığına, moral bozukluğuna yol açtı. İlerici dalga zayıfladı, giderek geri çekilmeye başladı. Bu sırada, sağda Cumhuriyetçi partinin geleneksel kanadını bile korkutmaya başlayan, sekter-gerici, popülist bir dalga şekillenerek yükselmeye başladı. Bu dalganın başını çeken “Çay Partisi” (İngiliz İmparatorluğu’na karşı isyanı başlatan bir eyleme göndermeyle) adındaki sağ gruplar ve örgütler koalisyonu yapının adayları ön seçimlerde, Cumhuriyetçi Parti içinde, partinin geleneksel adaylarının önemli bir kesimini tasfiye ederek, kendileri aday olmayı başardılar. Böylece Demokratlar Meclis’te ve belki de Kongre’de çoğunluğu kaybederken, özellikle Meclis’te Obama’nın politikalarına karşı mücadele etmeye kararlı üyeleri içeren bir Cumhuriyetçi parti çoğunluğu şekillenmiş olacak.

Obama’yı yargılayarak devirmeye kararlı görünen Çay Partisi üyelerinin, partinin geri kalanını da etkilemesi bekleniyor. Böylece oluşacak bir muhalefetin, Obama döneminde, sakatlanarak da olsa geçmiş olan sosyal güvenlik, sağlık reformları da olmak üzere birçok yeni yasayı geri çevirmeyi, Bush yönetiminin zenginlere yönelik vergi indirimlerini kalıcılaştırması, Obama’nın göndereceği tasarıları bloke ederek, kararnamelerle yönetmeye zorlayarak kutuplaşmayı daha da güçlendirmesi bekleniyor.

New York Times’ın aktardığına göre,“Çay Partisi” adaylarının bazıları, savunma, adalet, hazine gibi anayasal işlevleri olan bakanlıkların dışındaki, tarım, eğitim, iç işleri, konut ve kent geliştirme, ulaşım ve enerji gibi bakanlıkları tasfiye ederek daha “saf bir yönetim yapısına” ulaşmak istiyorlarmış.

“Çay Partisi” hareketi yükselişinin enerjisini, dinci evanjelik gruplarla, federal hükümet düşmanı milis hareketiyle, “neocon” çevrelerle, İsrail yanlısı çevrelerle, petrol ve savunma sektörleriyle, silah lobisiyle, kürtaj karşıtı örgütlenmelerle, göçmen ve yabancı düşmanı ırkçı akımlarla çok yakın hatta organik ilişkilere sahip olmasından alıyor. Diğer bir deyişle mali ve toplumsal açılardan güçlü desteklere sahip bir hareket bu.

Financial Times’ta Philip Stevens’in işaret ettiği gibi, böyle bir yükselişin ABD’nin dış politika reflekslerini, dolayısıyla uluslararası ilişkilerin iklimini de etkilemesi kaçınılmaz. Bu etkilerin, ABD dış politikasında, uluslararası ticaret alanında, (Çay Partisi’nin beyaz işçi sınıfı içindeki etkisi de düşünüldüğünde) korumacılıktan, Çin’e karşı dayatmacılıktan, Ortadoğu’da İsrail’i destekleyen, İran, Hamas, Hizbullah üçlüsüne karşı sertlikten yana bir çizgiyi güçlendirecektir. ABD’nin “Küresel Isınma” alanındaki uluslararası pazarlıklarda işbirliğine daha uzlaşmaz, Avrupa karşısında yeniden tek yanlı, dayatmacı yaklaşımlara geri dönmesi de söz konusu olabilir.

Ve maddi temelleri…

Demokrat Parti seçmeninin moral bozukluğu, siyasetten uzaklaşma eğilimi“Çay Partisi” hareketinin yükselmesini kolaylaştırıyor, ama bu hareketin arkasında güçlü maddi dinamikler de var. Bunların başında ekonomik krizin aşağı orta sınıf ve işçi sınıfı üzerinde yarattığı yıkım geliyor. Krizin etkisiyle 2007’den bu yana 6 milyon Amerikalı yoksulluk sınırı altına düşmüş, on yıldır durağan olan medyan gelir de yüzde 4.2 gerilemiş. (The Guardian12/10).

İşsizlik yüzde 10’a yaklaşır, kredi kartları borçları ödenemez, medyan fiyatı yüzde 20 düşen evler “morgıç” borçlarını karşılayamaz hale gelir, milyonlarca insan evlerini kaybederken aşağı orta sınıfın, ABD’de kendini orta sınıf olarak gören iş sahibi işçi sınıfının, esas olarak kredi köpüğüne dayanan yaşam tarzı (refahı) hızla dağılmaya başlamış. The New York Times’ın bir araştırması, “Kriz öncesi düzeye ne zaman dönebiliriz”sorusuna karşılık uzmanların 10-13 yıldan söz ettiklerini aktarıyordu. (12/10)

Krizin getirdiği bu yıkıntı üzerinde Obama’nın “hataları”(!?), buna karşılık sağın bu hatalardan yaralanma başarısı, Obamania’nın çökmesine neden oldu.

Walden Ballo’nun işaret ettiği gibi Obama’nın en büyük taktik “hatası”, krizin sorumluluğunu, 1980’lerde Reaganve Thatcher hükümetlerinin yaptığı gibi, önceki hükümetin, Bush yönetiminin üzerine yıkmamış, paylaşmayı kabullenmiş olmasıydı. İkincisi, Obama, mali sermayeden emekçilerden yana tavizler kopartarak,1930’ları New Deal Politikası gibi tüm ekonomiyi canlandırmayı, istihdam yaratmayı amaçlayan tedbirleri uygulamaya sokamadı. Obama, Bush yönetiminin, bankaları kurtarma programlarına yenilerini ekleyerek mali sektöre trilyon dolarlık kaynak aktarmaya devam etti hem de halkın büyük çoğunluğu krizden bunalırken…

Bu iki adım, büyük moral bozukluğu, isteksizlik yarattı, Obama’nın, partisinin faaliyetlerini canlandırarak, bu yolla toplumun geri kalanını eğitecek bir siyasi hareketlilik yaratmasının (“bunu yapmak istedi de olmadı mı” sorusunu bir kenara koyuyorum) önünü kapadı.

Bu “hatalar” karşısında sağın çok etkili adımlar attığını gördük. Sağ, ekonomik krizin, işsizliğin faturasını Obama’ya çıkardı, mali sektöre yönelik kurtarma paketlerine karşı çıkarken, aynı anda, sağ popülizmin federal devlet düşmanı duyarlılıklarından yararlanarak, sosyal sigortalar, sağlık reformlarına karşı,“özgürlük”, “Sosyalizme hayır”sloganıyla, Obama’nın Hüseyin adını, rengini de işin içine sokarak, sosyalist olmakla suçlayarak, bir protesto hareketi geliştirdi. Bu hareket, küresel ısınma bağlamında petrol sermayesinin, genelde muhafazakâr kapitalistlerin mali desteğini de alarak kısa sürede güçlendi.

Newsweek’in 1971’de yaptığı, “para ile siyaset arasında o kadar organik bir bağ var ki, bir reform beklemek, bir cerrahtan kendisine açık kalp ameliyatı yapmasını istemek gibi bir şeydir” (Counterpunch12/10) saptaması, Obama için de geçerli. O da düzenin içinden, dev şirketlerin, büyük bankaların mali desteğiyle seçildi, krizin pisliğini temizlemeye çalışırken, yükselen muhalefetin nefretini üzerinde topladı, sınıf mücadelesinde sağı,“yapıyı” hedef olmaktan kurtardı…

No comments: