Friday, May 07, 2010

Yaşamın İçindeki Tek ‘Gerçek’

Geçen hafta piyasalarda yaşanan sarsıntılar mali krizin geçmediğini yeniden anımsattı... Yunanistan krizinde etkileri, Avrupa Birliği merkez ülkelerinin tutumları üzerinde yazmaya hazırlanırken, Zizek’in geçen hafta yayımlanan “Joe public v Volcano” (Sokaktaki adam -halk- yanardağa karşı) başlıklı yazısındaki şu paragraf dikkatimi çekti:

“Bilimsel topluluk, uçakların yeniden uçmaya başlaması için koşulların güvenli olduğuna, nasıl, tam da uçak şirketlerinin hükümetler üzerindeki baskısının en yüksek noktasında karar verdi. Bu, bilimsel yargıyı bile kendi iradesi önünde boyun eğdiren sermayenin, yaşamımızın içindeki tek‘gerçek’ olduğunun bir başka kanıtı değil mi?” (New Statesman, 29/04) Zizek’in bu saptaması, yaşanan mali krizle de kanıtlanan, “Tek bir dünya var, o da sermayenin dünyası” savının bir başka türlü ifade edilmesi değil mi? Bu gerçeği görmeden, yarattığı sonuçlara karşı çıkmadan siyaset yapılabilir mi?

‘Yunanistan dünyadır’

Bu hafta Yunanistan, İspanya, Portekiz’in kredi notlarının yeniden düşürülmesinin ardından ABD’deki S&P 500 indeksi yüzde 2.5 gerileyince hava değişmeye başladı. Ekonomileri mali sermayenin egemenliği altında olan ABD’nin ve İngiltere’nin önde gelen gazeteleri, Yunanistan krizinin herkesi ilgilendirdiğini yazmaya başladılar. Bu bölümün başlığını The Times gazetesinden aldım. Los Angeles Times da “Yunanistan’ın mali sıkıntılarının ABD’yi tehdit etmeye başladığını” ileri sürüyordu. Kredi derecelendirme kurumlarına yönelik eleştiriler de giderek sertleşiyor.

Mali kriz başladığında, Avrupa’nın siyasetçileri, “Bu ABD’nin krizi, bizi etkilemeyecek” diyerek üstlerine alınmıyor, suçu ABD’nin “vahşi kapitalizmine”atıyorlardı. Daha sonra kriz her yeri sarınca da olayın küresel olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar: Neo-liberalizm çalışmıyordu; mali piyasalar, bankalar denetlenmeliydi...

Yunanistan krizi başladığında, bu kez ABD mali piyasalarının sözcüleri, Avro modelinin zaaflarını konuşmaya başladı. Hatta bir ara sevindikleri bile söylenebilir. Öyle ya doların rakibi olabilecek bir dövizin, ekonomik blokun geleceği tehlikeye girmişti

Ancak, giderek Yunanistan krizinin yan etkileri ortaya çıkmaya başladı. Kriz Almanya’nın siyasi gücünü (Artık o da ABD gibi bir “vazgeçilmez” ülkeydi), AB içindeki etkisini arttırıyordu. İkincisi, değerli Avro yükünden kurtulan Alman ekonomisinde bir ihracat patlaması yaşanıyordu. Kriz Almanya’yı salt siyasi değil ekonomik olarak da güçlendirmekle kalmıyor, AB’nin merkez ülkelerinin toparlanmasına da katkıda bulunuyordu (Wall Street Journal, 30/04).

Sorunun, gerçek ve küresel boyutları giderek ortaya çıkmaya başladı. Örneğin JP Morgan’dan David Mackie, “Avro bölgesinin tümü düşünüldüğünde, açıklar ve borçlar arasındaki denge, diğer ülkelerden daha iyi; Avro bölgesinin, IMF’nin de yardımıyla bankalarını güvenceye alacak, ülkelerin borç ödeyemez duruma düşmesini engelleyecek kaynakları var” diyor. Avrupa Merkez Bankası’ndan Jürgen Stark’a göre de “İngiltere, ABD ve Japonya’da kamu maliyesinde sürdürülebilirliği yeniden sağlamak, çok daha zor” olacaktı (Financial Times, 28/04).

The Times gazetesi 29 Nisan tarihli başyazısında, Yunanistan’ın borçlarını ödeyemez duruma düşmesinin, tüm dünyada büyük bir sarsıntı yaratma olasılığına, Lehman Borthers’ın 2008’deki iflasının Batı’nın banka sistemini erime noktasına getiren etkilerini anımsatarak işaret ediyordu. Los Angeles Times da Avro bölgesinin ABD şirketleri için önemli bir pazar olduğunu vurguladıktan sonra, bu pazarın şimdi daralmaya, AB ihracatını olumsuz etkilemeye başladığına dikkat çekiyordu. Diğer taraftan Avro krizinin etkisiyle dolarda başlayan yükselme, ABD’nin yalnızca AB’de değil, AB dışındaki piyasalarda da rekabet gücünü olumsuz etkilemeye başlamıştı (29/04).

Ulus devletle imparatorluk arasında

Artık “tek bir dünya” var, o da sermayenin dünyası. Ama sermaye krizde; bu kriz etnik, dini temellerde parçalanmayı, bölgeselleşmeyi hızlandırıyor. Ülkeler, bölgeler arasında, ülkelerin içinde gelir dağılımı giderek bozuluyor. Bu sırada “eşitsiz gelişme” yasası işliyor, sermayenin krize uyum sağlamak için göç ettiği yerlerde yeni ekonomik, siyasi güçler yükseliyor. Bu dinamik, daha önce de çok kez aktardığımız gibi 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan küreselleşme atılımının çökmesine yol açmış, İngiltere’nin hegemonyasına son vermişti.

Şimdi, teknolojik gelişmelerle, ticari ve finansal devrelerle, tedarik zincirleriyle çok daha bütünleşmiş bir kapitalizm var. Artık gezegenin her ekonomik bölgesinde, egemen ilişki olan sermaye, kriz yönetim tedbirlerine küresel çapta gereksinim duyuyor. Buna karşılık halk, emekçi sınıflar, bunların üzerinde iktidarda kalmaya çalışan egemen sınıflar, sermayenin yıkıcı etkilerine karşı küresel çapta düzenlemeler, ulusal ekonomi düzeyinde savunma araçları arıyorlar. İklim ve enerji krizleri, yanardağ patlamasındaki gibi doğal “olaylar” da küresel çözümleri gerektiriyor.

Bush yönetimi, imparatorluk refleksiyle, bu parçalanma ve çözülmenin üzerinde büyük birimleri homojen parçalara bölerek, küçükleri denetim altına alarak birleştirici bir siyasi irade, bir denetim coğrafyası oluşturmayı, sermayenin küresel devleti olma işlevini üstlenmeyi denedi, başaramadı. Aksine bu arada Latin Amerika’da (Brezilya), Ortadoğu’da (İran), Asya’da (Hindistan, Çin) yerel güçler, ulus devletler kendilerine etki alanları açmaya başladılar.

Mali krizin patlak vermesiyle birlikte yerel toplulukların yerel, ulusal siyasetçileri üzerindeki baskıları arttı. Mali kriz, ulus devletlerin, gerek siyasi ekonomik istikrarın, iktidarların, gerekse de sermayenin yerel çıkarlarının korunması için işlevsel kurumlar olarak yeniden öne çıkmaya başlamalarına neden oldu.

Halen yaşanmakta olan Yunanistan krizinin Avrupa’da sergilediği görüntü bu sürecin ne kadar ileri gittiğini gösteriyor. Öyle ya AB, post-modern, ulus devlet sonrası, yeni siyasi biçimin en güçlü örneği değil miydi? Şimdi Financial Times’da Philip Stephens’in deyişiyle “Ulusal çıkarların karmaşıklığı içinde çözülüyor” (29/04).

İngiltere Merkez Bankası Başkanı King’in “Bu seçimlerden sonra kurulacak hükümet o kadar tepki çekecek ki bir daha kuşaklar boyu oy alamayacak” uyarısı emekçileri nelerin beklediğini haber veriyor. İspanya’da işsizliğin yüzde 20’nin üzerine çıkmasına karşın uygulanacak olan kemer sıkma politikaları, New York’ta sendikaların Wall Street bankalarının önünde düzenlediği protesto gösterileri, ulus devletlerin öneminin giderek daha da artacağını gösteriyor; özellikle sermaye adına emekçi kesimleri disiplin altında tutmak, ekonomik istikrarın acı ilacını topluma içirebilmek için.

Liberal entelektüellerin huzur alanına sığınarak, sermayenin dünyasını unutan “solcuların” işi artık çok zorlaştı. Çünkü artık, kapitalizmin dünyasının ve sunduğu ikilemlerin dışında bir “üçüncü” seçeneği düşünmeden demokrasiden konuşmak, hatta bu günü anlamlandırmak olanaksızlaşmıştır.

No comments: