Thursday, September 24, 2009

Kriz ve “geleceğe dönüş”

ABD’nin Çin imalatı oto lastiği ithalatına %35 vergi koyması, geçen hafta korumacılıkla ilgili tartışmaları aniden yoğunlaştırdı. Tartışmalara katılanların hemen hepsinin aklında,1930’ların önce uluslararası ticareti sonrada barışı dinamitleyen korumacılık dalgası vardı.

Korumacı eğilimlerde yine bir artış var

Bir “Aşırı üretim” krizine karşı alınan önlemlerin mali piyasalarda yarattığı balon patlayınca, kapasite fazlası, talep yetersizliği sorunu yeniden gündeme gelirken, işsizlik hızla artmaya başlıyor. Böylece hükümetler , “artık bir şey yap” diyen, giderek güçlenen bir siyasi basınç altına giriyorlar. Prof Williamson’un, bu krizden önce, birçok kez aktardığım, son iki küreselleşmeyi karşılaştıran, bir öncekinin 1930’larda çöküş nedenlerinden dersler çıkartmayı amaçlayan çalışmasında vurguladığı gibi, hükümetler bu basınca dayanamayarak, işsizliği, kapasite sorunlarını “ihraç edecek”, korumacı, merkantilist, hatta emperyalist uygulamalara yöneliyorlar. Diğer bir değişle iç piyasayı koruma, dış piyasalara, maliyet düşürücü kaynaklara ulaşma çabaları giderek hızlanıyor. Bu süreçte hükümetlerin yolları kesişiyor, ekonomik rekabet, siyasi gerginliklere, hatta savaşlara açılabiliyor.

Bu kez de benzer eğilimler güçleniyor. Serbest piyasa Ayetullahları çiklet, balon satıp, fal açıp, rüya tabirleriyle avunmaya çalışa dursunlar, resesyon hafifler gibi olurken, ekonomik krizin yapısal derinliklerinden gelen dinamikleri işlemeye, bu nedenle de “iki dipli” (“W” tipi) resesyon” korkusu varlığını korumaya devam ediyor. Financial TimesDünya ekonomik gerilemenin merkezindeki sorunları halledemedi, yeniden resesyona düşebilir”(14/09/09) diyor. . Stiglitz’e göre “gereken dersler alınamadı”…”Obama Wall Street’e boyun eğdi… risk alma her zamankinden daha fazla” (The Guardian 14/09/09). Ekonomik toparlanmanın, işsizlikteki azalmanın çok yavaş ve zayıf olması bekleniyor.

Geçtiğimiz 15 yılda, ama esas olarak 2002 -2007 arasında tüketim gücünü (refah düzeyini), üretimi, yatırımları ayakta tutan mali genişleme sönmeye başlayınca, önceki paragrafta değindiğim eğilimler yine kendilerini dayatmaya başladılar. Kredi piyasaları tıkandı, tüketim, üretim, yatırımlar hızla geriledi., dünya ticaretinde görülmemiş bir daralma yaşandı. Aynı anda önce mali, sınai, sonra da ticari korumacılık eğilimleri hızla gündeme gelmeye başladı. “Ekonomik ulusalcılık” denen bir olguyu daha önce birçok kez konuşmuştuk. Hükümetler, stratejik sanayilerini, bankalarını, şirketlerini krizden korumak ayakta tutabilmek için çeşitli mali yasal desteklemeleri gündeme getirmeye başlamışlardı. Örneğin, serbest piyasa hurafesine (pardon kurallarına diyecektim) göre, iflas ederek piyasa payını rakibine bırakması gereken otomotiv şirketlerinin, bankaların kurtarılması, kurtarma paketlerinde verilen mali yardımların, o ülkede üretilen mallara yönlendirilmesi, yada yalnızca o ülkenin şirketlerine verilmesi, yararlanabilmek için ülke ekonomisine geri dönme şartı konması, devletten devlete mali yardım gibi önlemlerin hepsi, rekabet dengelerini bozan korumacılık önlemleri kategorisine giriyorlar.

Dünya Bankası’nın Küresel “damping” (ihracatta aşırı fiyat kırma) veri bankası, korumacılık girişimlerinin, 2008 yılında yüzde 44 arttıktan sonra bu yılın ilk yarısında da, 2008’in aynı dönemine göre yüzde 18.5 arttığını gösteriyor (Washington Post, 15/09/09). Dünya Ticaret Örgütü ve Küresel Ticaret Uyarı örgütünün yayınladığı bir rapor da, her üç günde bir ortalama bir G20 üyesi ülkesinin “korumacılık yapmayacağız” vaatlerine aykırı davrandığını gösteriyor (Financial Times, 15/09/09)

Bu kez farklı

Bu tip, çoğu kez genel, hatta pasif tedbirleri, herkes kendi ülkesinde gücü yettiğince almaya çalışıyor; bunlar çok fazla siyasi gerginlik yaratmıyor, ticaret savaşlarına yol açmıyorlar. Giderek gündeme gelmeye başlayan, doğrudan ithalatı engellemeye yönelik, hatta belli ülkeleri hedef alan korumacılık uygulamalarıysa ticaret savaşlarına yol açma potansiyeli taşıyor.

ABD’nin Çin kaynaklı lastiklere koyduğu %35 ithalat vergisi, doğrudan bir ülkeyi hedef alıyor. Üstelik, Foreign Policy’den bir yorumcunun işaret ettiği gibi, Obama’nın ithalat vergisi, Çin’in DTÖ’ye girme koşullarındaki bir yasal boşluktan yararlandığından, diğer ülkelerce de benimsenerek hızla metastaz yapma potansiyeli taşıyor. Belli bir ülkeyi hedef aldığından, siyasi açıdan geri adım atma şansı bırakmıyor, Çin’in, hemen DTÖ’ye başvurması, ABD’de tarım lobisi açısından önemli bir ihraç malı olan tavuk ürünlerini hedef alması, bu uygulamaya misilleme yapmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Her iki ülkede de güçlü bir korumacı, milliyetçi basınç yükseliyor (14/09/09).

ABD’yle Çin arasındaki bu anlaşmazlığın bu kadar ilgi çekmesinin bir başka nedeni daha var. Çin her hangi bir ülke değil; ABD’nin stratejik rakip olarak gördüğü, dahası bu resesyondan güçlenerek çıkması beklenen, bir yükselen bir güç. Diğer bir değişle ilgi ve kimi kaygılar, Zachary Karabell’in The New Republic’de işaret ettiği gibi, dünya ekonomisinin merkezinin yer değiştirmeye başlamasıyla ilgili (17/09/09). Geçmiş resesyonlardan farklı olarak bu kez dünya ekonomisine ABD’değil Çin lokomotiflik yapıyor, halen demir, bakır ve diğer hammadde piyasalarındaki güçlü talebin arkasında Çin ekonomisinin büyüme hızı yatıyor. Bu büyüme hızı ABD’nin, Procter Gamble, General Electric, Caterpillar gibi güçlü, iş yaratma kapasitesi yüksek şirketlerini de besliyor. Dahası Çin her ay en az 20 milyar dolar değerinde hazine kağıdı olarak ABD’ye borç veriyor.

Newsweek editörü Fareed Zakaria’nın da işaret ettiği gibi, Çin, krize bütçe fazlasıyla giren tek ülke. Çin’in ekonomik büyüme hızı bu yılın ilk dört aylık döneminden yüzde 6.1 olmuştu ikinci dört aylık dönemde yüzde 7.8 a yükseldi. 600 milyar dolarlık, “ekonomiyi canlandırma” paketi, “ikinci dalga” Çin kentleri için mükemmel bir alt yapı kurarak gelecek 20 yılı güvence altına alıyor (Chinaview, 17/09/09).

Financial Times’dan Gideon Rachman’ın vurguladığı gibi Çin önümüzdeki dönemin lider ülkesi olmaya kararlı. Daha şimdiden Almanya’yı geçerek dünyanın birici ihracatçısı, ABD’yi geçerek en büyük otomotive pazarı olmuş durumda. Dünyanın en büyük, 2 trilyon doların üzerinde, dış kaynak rezervine sahip. Çin dünya ekonomisinin en önemli kredi kaynağı olmuş durumda. Çin, ABD’deki ekonomik yavaşlamanın da yardımıyla, hızla dünyanın en büyük ekonomisi olmaya doğru gidiyor

1930’lardaki büyük bunalımdan önce ABD çıkmış, ekonomik modeliyle dünya ekonomisini de peşinden sürüklemiş, hegemonik ülke konumuna yükselmişti. Bu kez gözler Çin’in üzerinde. Ancak iki noktayı göz önüne almakta yarar var. Birincisi henüz Çin’in geliştirdiği, herkese örnek olacak yeni bir sermaye birikim modeli yok. İkincisi, bir önceki krizden çıkışta ABD’nin ekonomik önderliği kadar, askeri gücü,c II.Dünya savaşının yarattığı yıkım da rol oynamıştı…

No comments: