Tuesday, September 08, 2009

Afganistan Pazarında Panik, Pornografi ve Kumar

Her ne kadar Kalaşnikof’un fiyatı 600 dolara yükselmiş, özel güvenlik şirketlerinin personel sayısı 50 bini aşmış olsa da, bu, aslında bir can pazarı. Geçen hafta sömürge yönetiminin en önemli güvenlik uzmanı Lagmani ve 45 sivil, bombalı bir saldırıda öldürüldü. ABD uçakları bir petrol tankerini bombalayarak en az 90 sivilin ölümüne yol açtı. İşgal kuvvetleri yeni komutanı GeneralMcChrystal, Washington’da bir değerlendirme raporu sundu. Böylece, ABD’de Kongre’de, yönetimde “panik” düzeyine ulaşan tartışmaları iyice hızlandırdı. Seçimlerin tam bir fiyaskoyla sonuçlanmasıysa Taliban’ın etkinliğinin artmakta olduğunu göstermesi bir yana, iktidar içinde bir Tacik-Peştun çatışması olasılığını gündeme getirdi.

Pornografiye gelince; aklımda, Afganistan’daki özel güvenlik şirketlerinin basına da yansıyan“çılgın” ve “sapkın” partileri değil,Holbrook’un Afganistan’da bir zafer olasılığına ilişkin “görünce tanıyacağız” sözleri var: ABD’de 45 yıl önce bir hâkim de, pornografiyibir türlü tanımlayamayınca “ben görünce tanırım” demişti. Holbrook,zaferle pornografi arasında, Freudyen bir dil sürçmesiyle, bir analoji kurduğu günlerde, Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesi olasılığına ilişkin söylentiler basına yansıdı. Bunlar da aklıma, bir başka vakitte, bir başka ülkenin çöllerini ve“Askerlerimizi kumarda kaybettik”sözlerini getirdi. Dışişleri Bakanı,Davutoğlu’nun, “Biz Osmanlıyız”ifadesiyse, geçen hafta bu görüntüyü, bir ironiyle süslüyordu.

Afganistan dağılırken

İsyancılarla savaşmakta olan sömürgeci bir gücün etkili olabilmesi, kendisine bağlı kukla hükümetin üzerine bir “meşruiyet” etiketi yapıştırmayı başarabilmesine de bağlıdır; Afganistan genel seçimlerinin Karzai yönetimine bu“meşruiyet” etiketini yapıştırması bekleniyordu. Ancak seçimler, ayyuka çıkan yolsuzluk iddialarından dolayı, yönetimin elinde patladı.Şimdi, çok sayıda aşiret reisinin, “Biz oy vermedik, nasıl oluyor da bizim bölgede sandıklardan tıka basa oy çıkıyor?” itirazlarıyla Kâbil’e doluştuğu (The Times, 02/09/09), Karzai’nin (Peştun) rakibi, eski Dışişleri Bakanı Abdullah Abdullah’ın (ABD imalatı ve Tacik) halkın çıkarlarını sonuna kadar koruyacağına ilişkin sözleri bir çatışma olasılığını gündeme getiriyordu...

Tam bu sırada Taliban, Afgan yönetiminin, güvenlik örgütünün ikinci adamı, Dr. Abdullah Lagmani’yi hiç beklenmedik bir biçimde, tüm yoğun güvenlik önlemlerini aşarak bombalı bir saldırıyla öldürdü.

Peştun olduğu için Taliban kültürüne vâkıf, bugüne kadar zekâsı ve tecrübesiyle dikkatleri çeken Lagmani’nin öldürülmesinin, Taliban’ın ulaştığı yetkinlik düzeyini gösterdiğine dikkat çeken emekli büyükelçi, siyasi analistBhadrakumar, Asya Times’taki yorumunda, Taliban-ISI (Pakistan gizli servisi) ilişkilerine özellikle dikkat çekiyordu.

Afganistan’da seçim fiyaskosu, Peştun-Tacik çatışması, bir iktidar (kukla) boşluğu olasılığı siyasi yapının, Lagmani suikastı da güvenlik yapısının dağılmakta olduğunu düşündürürken, ABD savunma çevrelerinde yoğunlaşan tartışmalar da, savaşın çok kritik bir noktaya geldiğine ilişkin algıları güçlendiriyordu...

‘Taliban kazanıyor’ ama ‘savaş henüz kaybedilmemiş’

Afganistan’daki ABD güçlerinin yeni komutanı General Stanley McChrystal, raporunu geçen haftaObama yönetimine verdiğinde, Washington’da genel hava“Taliban’ın, şimdilik, kazanmakta”olduğuna ilişkindi. Ülkenin yüzde 40’ı Kâbil’in denetimi dışında çıkmıştı (The Guardian 01/09/09). Washington Post, Herat’ın eski Belediye Başkanı,Ghulam Yahya adlı aşiret reisi/ savaş lordunun dün Taliban’la savaşırken bugün, taraf değiştirerek Kâbil’le savaşmaya başladığını aktarıyordu (02/09/09). İsyancıların,“savaş tekniklerinin ve kapasitelerinin düzeyinde bu yıl görülen beklenmedik yükseliş”, ABD askeri yetkililerini “şaşırtmıştı”. NATO üyesi bir Avrupa ülkesinin yetkilisine göre esas sorun, Taliban’ın aksine“ABD’nin kesin bir strateji ve belirgin bir hedefi olmayışından kaynaklanıyordu.” Yorumcu, Ignatiusda McChrystal’a yakın bir askeri görevlinin, mükemmel bir demokrasi değil “Somali’nin üstünde, Bangladeş’in altında bir hedef için savaşıyoruz” dediğini aktarıyordu. (Washington Post, 02/09/09).

General McChrystal, raporunu sunarken, “Afganistan’da durumun ciddi” olduğunu ama “başarıya ulaşılabileceğini” söyledi. Raporun içeriği gizli tutulmakla birlikte, basına sızdırılan bilgiler, McChrystal’ın iki noktayı özellikle vurguladığını gösteriyor. Birincisi, Taliban’la savaşmak yetmez, halkın güvenini kazanmak, bunun için de halkın içinde, yerel kültüre uyum sağlayarak yerel güçlerle birlikte olmak, yerel yönetimleri, hizmetleri güçlendirmek gerekir. İkincisi, böyle bir durumda asker sayısı değil askerin ne yaptığı önemlidir. Bu yüzden, bu yeni format içinde Afganistan’a daha fazla savaşçı askeri personel gönderilmesi gerekiyor.

Sızan bilgiler, McChrystal’ın henüz Obama yönetiminden ek asker talebinde bulunmadığını, ancak önümüzdeki haftalarda, değerlendirmenin algılanmasına bağlı olarak, halen Afganistan’da görev yapan 68 bin ABD askerine ek olarak 20 bin – 45 bin arası bir sayının söz konusu olabileceği anlaşılıyor (The Foreign Policy, 01/09/09).

Ancak şöyle bir sorun var: Yakın zamana kadar çok fazla asker gönderilmesine, yerli halkın bunu işgal olarak algılayacağından hareketle karşı çıkan Savunma Bakanı Gates, McChrystal’ın raporundan sonra tutumunu değiştirmiş gibi görünse de Washington’da kafalar Afganistan savaşı konusunda karışık. Ignatius,“Ne yaptığımızı pek bilmesek de devam etmeliyiz” diyor. The Guardian’dan Micahel Boyle, “kör uçuşu” yapıldığını savunuyor. Holbrook’un “görünce tanıyacağız”sözleri de bu kafa karışıklığı algısını güçlendiriyor.

Christian Science Monitor’ün yorumu da, kamuoyunun, siyasi iklimin McChrystal’ın taleplerini karşılamaya çok uygun olmadığına dikkat çeliyor. Savaş karşıtı muhalefet yeniden toparlanmaya başlamış. Kongre’de Demokratların saffından düş kırıklığı ve isteksizlik gelişiyormuş. Council On Foreign Relations’ın bir yazarı da analistlerin “Kazanılabilir mi? Savaşmaya değer mi” soruları üzerinden derin bir biçimde bölünmüş olduğunu aktarıyor. Washinton Post, Afganistan savaşına karşı genel, ideolojik farklılıkları aşan bir muhalefetin kabarmakta olduğundan,New York Times Obama’nın danışmaları arasında bir görüş birliği yokluğundan söz ediyor (04/09/09). Kamuoyu yoklamaları da ABD halkının yüzde 54’ünün savaşa karşı olduğunu gösteriyor.

Bu koşullarda Holbrook’un“Türkiye’nin Afganistan ve Pakistan’daki rolünün… arttığı ölçüde istikrar açısından da o kadar iyi sonuçlar sağlayacağına inanıyoruz. Ama bir yerlere gidip insanlardan bir şeyler istemeyeceğiz” sözleri çok düşündürücü. Özellikle, Prof.Richard Falk gibi ABD dış politika uzmanlarınca, “Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki en parlak dışişleri bakanı” ifadeleriyle göklere çıkarılan Davutoğlu’nun “Balkanlar, Afganistan ve Irak’ın ekonomik ve politik entegrasyonu için çalışmalıyız” niyetini açıklarken, dile getirirken vurguladığı “Biz Osmanlıyız” tanımlamasıyla birlikte düşününce...

Aklıma iki soru geliyor: Tam bu koşullarda Afganistan’a savaşçı asker göndermek, o çocukları ateşe atmak olmayacak mı? Hangi Osmanlı’dan söz ediyoruz acaba? “Askerlerini kumarda kaybeden” Osmanlı’dan mı? Yoksa yaşamına yine bir imparatorluğa uç beyi hizmetiyle başlayan Osmanlı’dan mı?

No comments: