Monday, July 27, 2009

GOLDMINE $ACH$ (Ya da Bu Krizler Bir Harika!)

Uluslararası mali sistem büyük bir gürültüyle çatırdadı; dağılmak üzereydi trilyonlarca dolar; devlet yardımıyla zar zor ve belki de yalnızca geçici olarak “toplandı”. Bu arada dev uluslararası yatırım bankaları birbiri ardına battı, bankalar, sigorta şirketleri birleşmeye, yok pahasına el değiştirmeye zorlandı. Kısacası son derece de sert bir mali kriz yaşanıyor.

Bu madalyonun öbür yüzünde, yatırım bankası Goldman Sachs var. GS’nin kârları, bu yılın ikinci dört aylık döneminde, bütün beklentileri aşarak bir önceki döneme göre yüzde 64 oranında artmış. Hisseleri borsada bu yılın ilk yarısında yüzde 80 değer kazanmış. GS’nin çalışanlarının, bu yılın ikinci dört aylık döneminde aldıkları toplam maaş ve ikramiyeler bir milyar dolara ulaşmış, yıl sonuna kadar 20 milyar dolara ulaşması bekleniyormuş (City AM, 15/07/09).

Kısacası, kimi analistlerin haklı olarak Goldmine (altın madeni) Sachs dedikleri yatırım bankası krizde yara almak bir yana, palazlandıkça palazlanmaya devam ediyor…

GS’nin performansının arkasındaki dinamikler bize, geçtiğimiz 25 yılda egemen olan “serbest piyasa” söyleminin aslında, kimi özelliklere sahip dev şirketlerin “malı götürmesine” olanak sağlayan koskoca bir yalandan başka bir şey olmadığını bir kez daha gösteriyor.

Eğer, sözde serbest (haksız rekabeti dışlayan) piyasayı çökene kadar manipüle edip, çökerken de devletle olan yakın ilişkileriniz sayesinde ayakta kalabiliyor, rakiplerinizin kaybettikleri piyasa paylarını, varlıklarını kendinize katıyorsanız, kriz büyük çoğunluk için felaket, yaşamsal trajedi, açlık ve yoksulluk olurken sizin için pekâlâ yeni bir avlanma alanı anlamına gelebiliyor…

Bir köpük yaratma makinesi olarak Goldman Sachs

Goldman Sachs’ın bu “başarısının” dikkatleri çekmeye, “Sachs bu işi nasıl yapıyor” sorusunun kafaları kurcalamaya başlaması kaçınılmazdı. Rolling Stone dergisinin 9-23 Temmuz 2009 sayısında yayımlanan 12 sayfalık, “Büyük Amerikan Köpük Makinesi” başlıklı araştırma yazısı(http://www.rollingstone.com/politics/story/28816321/the_great_american_bubble_machine),èGS ile ilgili soruların büyük çoğunluğuna cevap vermeyi başardı. Öyle ki Goldman Sachs’tan yazıya çok sert bir tepki geldi. GS, dergiyi “sözcüğün her iki anlamında da histerik olmakla, bilinen her türlü komplo teorisini bir araya toplamakla” suçladı. Sachs’ın sözcüsü tazminat davası açmaya hazırlandıklarını da ileri sürdü. Ancak önceki hafta medyaya yansıyan bir hırsızlık olayı, GS’nin “başarısının” içyüzüne ışık tutuyor, Rolling Stone’un verdiği bilgileri destekliyordu.

Yazar Matt Taibbi, Rolling Stone’daki yazısına, “Büyük Depresyon’dan bu yana, teknoloji hisse senetlerinden eşik altı ev kredilerine, yüksek petrol, gaz ve gıda ve temel mallardaki ani fiyat artışlarına kadar hemen her önemli piyasa manipülasyonunun arkasında Goldman Sachs’ın değersiz varlıkları piyasada satması var” savı ve “bir yenisini daha gerçekleştirmek üzere” uyarısıyla başlıyor. Bu manipülasyonlara izin verecek yasal değişikliklerin gerçekleşmesini nasıl sağladığına ilişkin en çarpıcı örnekleri anlatıyor.

Taibbi, GS’nin, devletin üst düzeyindeki, tüm bunları gerçekleştirmesine yardımcı olan varlığına da dikkat çekiyor. Clinton’ın Hazine Bakanı Rubin, Bush’un krize ilişkin kurtarma paketlerini hazırlayan Hazine Bakanı Paulson, Bush Başkanlık Ofisi Personel Müdürü Joshua Bolton, Hazine Ofisi Personel Müdürü Patterson, Paulson’un, GS’ye milyarlar kazandıran, AIG kurtarma işleminin başına getirdiği Ed Liddy, New York Federal Reserv’in son iki başkanı,Kanada ve İtalya Merkez bankaları’nın başkanları, Dünya Bankası Başkanı, New York Borsası’nın başkanı, Taibbi’nin verdiği örneklerin başında geliyor. Paulson CEO olmak üzere, beylerin hepsi GS’ye yıllarca en üst düzeyde hizmet vermiş, milyar dolarlık servetler yapmışlar, sonra da devlet kapısında hizmet vermeye devam etmişler…

Bir taraftan piyasaları maniple ederken Sachs, bu kurumlardaki “adamları” aracılığıyla, işine gelmeyen düzenlemelerin kaldırılmasını sağlıyor; yeni düzenlemeleri, denetleme getirmeye çalışanların önünü kesiyor, adeta devletin içinde yaşıyordu. Taibbi, Goldman Sachs’ın bu bağlantıları sayesinde kurtarma paketlerinden en fazla yararlanan banka olmayı başardığını da örnekleriyle sergiliyor. GS’nin Rolling Stone dergisindeki, bankacı kılığında domuz resimleriyle süslü yazıya ateş püskürmesi, dava açmakla tehdit etmesi boşuna değil. Ancak…

Goldman Sachs’ın ‘kıyamet makinesi’

Tam bu sırada finans sitesi Bloomberg’de yayımlanan “Goldman Sachs ‘kıyamet makinesinin’denetimini elinden kaçırdı” başlıklı bir yorum, bir yazarın “histerili” komplo teorilerinden öte bir durumla karşı karşıya olduğumuzu, GS’nin piyasa manipülasyonlarını nasıl gerçekleştirebildiğini, hem de “serbest piyasa” palavrasının içyüzünü gösteriverdi…

Jonathan Weil imzalı yazı, “Adalet Bakanlığı için bir daha yavaş davranır demeyiniz, hele söz konusu olan bir mali kuruluşun ihbarıysa” diyerek başlıyor ve GS’nin “ABD mali piyasasının geleceği tehlikede” ihbarı üzerine, Sergey Aleynikov adlı bir bilgisayar uzmanının 3 Temmuz’da New Jersey Havaalanı’nda tutuklandığını bildiriyordu.

Aleynikov, GS’de çalışıyormuş. Yılda 400.000 dolarlık bir maaşı bırakarak istifa etmiş, ancak bu arada ayrılmadan az önce, GS’nin “kıyamet makinesi” lakaplı bilgisayar programının kodlarını Almanya’da bir web sitesine transfer etmiş.

Aleynikov’un avukatının kefaletle serbest bırakılma isteğine karşılık mahkemedeki genç savcı yardımcısı Joseph Facciponti’nin hâkime, “Banka, piyasaların haksız yönde maniple edilme riskinden söz ediyor” sözleriyle yaptığı itirazı Bloomberg, “34 yaşındaki genç savcı yardımcısı‘bombayı patlattı’ifadeleriyle aktarıyordu.

Öyle ya yüzlerce trilyon dolar hacmi olan bir mali piyasayı kim nasıl maniple edebilirdi? Efendim, GS’nin kodları çalınan programı “kötü ellere düşerse böyle bir olasılık söz konusu olabilirmiş”, çünkü bu program “olağanüstü hacimde alış ve satışları olağanüstü hızlarda gerçekleştirebiliyormuş”.

Bir daha vurgularsak, genç savcının ağzından kaçırdığına göre, kötü niyetli insanlar bu programı kullanarak piyasaları allak bullak edebilirmiş, Aleynikov toplum için tehdit oluşturuyormuş.

Bankacılık çevrelerinde yakından izlenen Financial Services Blog’da Chris Skinner, “Goldman Sachs piyasa manipülasyonu yaptığını kabul etti” başlıklı yorumunda, bankanın avukatının“büyük çaplı haksız manipülasyon yapılabilir” sözlerinin bir itiraf olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekiyor ve “Umarım borsa denetim komisyonunda (SEC) birileri bu soruları sormaya başlamıştır” diyor.

Evet bu krizler harika, hazinede adamlarınız, hele elinizde bir de Goldman Sachs’ın “kıyamet makinesi varsa”… Ne oldu; petrol, gaz, ekmek fiyatları aniden yükseldi, siz aç kalmak ya da büyük paralar kaybetmek riskiyle mi karşı karşıyasınız? Ya da ülkenizin parası aniden dalışa mı geçti? N’olacak serbest piyasa işte…

Tuesday, July 21, 2009

QDR 2010’a doğru

Çarşamba günü, uygarlığımızda kısa bir ufuk turu yaparken, iki konu özellikle dikkatimi çekmişti. Geleceğin Durumu 2009 başlıklı, 2700 uzmanın katılımıyla hazırlanan 6700 sayfalık raporunu arkasındaki kurumların arasında ABD Ordusu’nun da adı geçiyordu. Michael Vlahos ABD savunma çevrelerinin önemli dergilerinden The National Interest’te yayımlanan “Batı’nın son direnişi” başlıklı denemesinde, artık insanlığı kurtarmak yerine, insanlığın gelmekte olan dönüşümünde ayakta nasıl kalacağımızı düşünüyoruz” diyordu.

ABD’de, gelecek yılın başında yayınlanması gereken, dört yıllık savunma stratejisi gözden geçirme raporunun (Quadrennial Defence Review – QDR- 2010) hazırlanmasına ilişkin tartışmaların yoğunlaşmaya başladığı bir dönemde, yukarda değindiğim iki konu arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir diye düşünüyorum.

Yeni stratejik yönelim

Bence, ABD savunma çevreleri Geleceğin Durumu Raporunda dile getirilen “Şiddetli işsizliğin, su, gıda, enerji tedarikindeki daralmanın, küresel ısınmanın birikimli etkileri ile birleşmesi soncunda, gelecek on yılda dünya nüfusunun yarısı şiddet olaylarından ve toplumsal kargaşalardan etkilenecek” öngörüleri benimsiyorlar. Ancak, bu krizleri engellemeye, ya da yön vermeye güçlerinin olmadığını düşünerek, geleceğin realitesi olarak kabul ediyor, içinde ayakta “kalma stratejileri” üzerinde yoğunlaşıyorlar. QDR 2010 bu öngörüleri ve stratejik yönelimi yansıtacak gibi görünüyor.

Pantagon tarafından hazırlatılan iklim değişikliği raporundan (Schwartz & Randall, Ekim 2003) bu yana, elimize geçtikçe aktarmaya çalıştığımız gibi, ABD savunma çevreleri, enerji, gıda, su krizleri etrafında şekillenmekte olan kaynak savaşlarının, göç hareketlerinin, toplumsal, siyasi askeri etkileriyle, yabancı, topraklarda sivil halk içinde, onunla ya da ona karşı yaşanacak “gayrinizami savaş” koşulları üzerine çalışmalar üretiyorlar. Bu sırada 1948’den bu yana esas olarak değişmeden gelen savunma doktrinini de gözden geçirmeye başladılar (Mary Kaldor, Open Democracy 25/09/08).

Bu gözde geçirme, dört yıllık “baştan aşağı değerlendirme” raporlarıyla (QDR) gerçekleştiriliyor. Bush yönetiminin 9/11’in hemen ertesinde yayımladığı QDR 2001’e kadar savunma doktrini, ABD’nin, Çin ya da Rusya gibi bir rakibinden kaynaklanacak bir büyük hegemonyacı savaşa hazır olmanın yanı sıra, aynı anda iki yerel savaşı birlikte yürütebilme kapasitesini korumayı amaçlıyordu. QDR 2001, uluslararası terörizmle savaş stratejisi altında bu doktrinde, konvansiyonel olmayan savaşların ağırlık kazanmasına yol açacak yönde değişiklikler başlatmıştı.

QDR 2010’la ilgili tartışmalar, savunma bakanı Roberts Gates’in, onun adına gözden geçirmeyi yürüten yardımcısı Michele Flournoy’un Özel Harekatlar ve Düşük Yoğunluklu Çatışmalar konusuyla ilgilenen savunma bakan yardımcısı Micheal Vickers’in açıklamaları, şimdi savunma doktrinin bu konvansiyonel olan ve olmayan savaşlar ayrımının ötesine geçen bir “hibrid savaşlar” kavramı üzerinde oluşturulmakta olduğunu gösteriyor.

Savunma teorileri uzmanı Thomas Barnett’e (Pentagon’un Yeni Haritası, 2003) göre, “böylece ABD savunma doktrini, ABD’nin kuruluşundan küresel güç olana kadar geçen dönemde egemen olan, sınır genişletmeye, bütünleştirmeye (sanırım kavram ilhak’ın kibarcası - EY) yönelik anlayışa geri dönmüş oluyor” (abç) (Esquire, 29/06)

QDR 2010 ve Hibrid savaşlar

Yakın zaman kadar Pentagon’ QDR hazırlanırken dörtlü bir şemaya dayanıyormuş (The New York Times,223/06/09): (1) Geleneksel, konvansiyonel savaşlar; (2) gayri nizami savaşlar, isyancılar, terörizm vb; (3) haydut devletlerden ve teröristlerden gelebilecek büyük hasar yaratacak saldırılar; (4) ABD’nin üstünlüklerini etkisizleştirebilecek ileri teknolojilere dayanan “bozucu” saldırılar.

Gates, Pentagon’da yaptığı bir basın toplantısında, bu ayrımların artık geçerli olmadığını, şimdi bu ikisi arasında birinden öbürüne kolaylıkla geçebilen hibrid bir yapının kurulması gerektiğini söylemiş. Flournoy da dörtlü şemanın artık geçerli olmadığını, çok daha esnek çok amaçlı ve çok işlevli yapılanmalara gerek olduğunu vurguluyor.

Flournoy’a göre ABD bir taraftan, savaşçıların sivil halkın arasına karışabildiği, yol-kenarına konan bombalı saldırılar, intihar eylemleri ve benzer taktikleri kullanabildiği düzensiz savaşlara hazır olması gerekiyor. Diğer taraftan yükselen yerel güçlerin haydut devletlerin yüksek teknolojiye dayanan yöntemlerle (uydulara, gemilere ve uçaklara karşı silahlar/füzeler, kitle imha silahları ve sanal uzayı-internet ağlarını- hedef alan saldırılar) kullanarak, bazı kritik bölgeleri ABD erişim ve denetimine kapatması olasılığına karşı da hazır olması gerekiyor. (American Forces Press Service, 04/05/09)

Bu yeni yaklaşım, Afganistan ve Irak savaşlarının deneyimlerine ek olarak Atlantic Council editörlerinden, ABD Deniz Savaşları Kolejinden Prof Derek Reveron’un işaret ettiği gibi, Rusya’nın Gürcistan’ı işgali sırasında, tankları getirmeden önce internet ağlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği kapsamlı saldırının, 2006 yılında Hizbullah’ın İsrail’in saldırısına verdiği cevabın, Kolombiya uyuşturucu kartellerinin mini-denizaltılar gibi ileri teknolojileri kullanmaya başlamasının oluşturduğu örneklerden çıkarılan derslere dayanıyor (18/05/09)

Kolombiya örneği önemli, çünkü dünyada büyük tepki çeken “El Salvador modelinin” ( yerel güçler içinde – yargısız infazlar vb…- çalışan küçük ve uzman timler) önemli uygulayıcılarından Vickers de “QDR 2010”un oluşması sırasında, özellikle hala konvansiyonel savaşlara öncelik vermek isteyen (bunlara Çinciler deniyor) gruba karşı tezlerin savunulmasında önemli görevler üstlenmiş görünüyor (Policy 18/03/09).

Geleceğin durumu ve savaşları…

QDR 2010’un arkasındaki tartışmalar, ABD savunma çevrelerinin dikkatlerinin büyük çaplı hegemonya savaşlarından, kaynaklara erişim sorunlarına doğru kayma eğilimi hızlanırken, giderek, yeni ve tutarlı bir savunma doktrinin, buna uygun bir kurumsallaşmanın da şekillendiğini düşündürüyor.

Pentagon gelecek dönemde, kaynaklara erişimin, kıtlıktan, siyasi istikrarsızlıktan, uyumsuz rejimlerin direncinden dolayı giderek zorlaştığı ya da engellendiği bölgeleri, her türlü, konvansiyonel ve gayri nizami/asimetrik direnişi gidererek ele geçirebilecek, elde tutabilecek, kullanıma açabilecek bir konumda olmak istiyor.

Ancak, geleceğin dünyasında kaynak kıtlığı salt ABD’nin değil, Avrupa bölgesi, Çin, Hindistan, gibi yükselmekte olan güçlerin de önemli bir sorunu olacak. Pentagon, bu ülkelerden gelecek, ekonomik, siyasi ve askeri rekabeti de göz önüne almak zorunda olduğunu düşünüyor.

Diğer bir değişle Pentagon “QDR 2010”la askeri yapısını, teknolojik, kurumsal önceliklerini, bölge ele geçirmeye, yere direnişlere karşın elinde tutabilmeye, diğer güçlerin erişimini engellemeye, ilgilerini caydırmaya, eski bir kavramı kullanırsak, “sömürgeciliğe ve paylaşım savaşlarına” uygun bir yönde biçimlendirmeyi amaçlıyor.

Wednesday, July 15, 2009

Uygarlığımızda Bir Ufuk Turu

Bazı günler, gündemdeki konulardan hangisini seçeceğime karar vermekte zorluk çekiyorum. Böyle durumlarda sanırım en iyisi bir ufuk turu yapmayı denemek...

Ben, uygarlıkların çatıştığı değil, giderek zorlaşan koşullarda ayakta kalmaya çalışan tek bir uygarlığın dünyasında yaşadığımızı düşünüyorum. Her yerel kültürü, “yaşam dünyasını”, tarihsel mirası, dönüştürerek, farklılıkları yok ederek kendi koşullarına tabi kılankapitalist uygarlığın dünyasında... Son günlerde medya bu giderek zorlaşan koşulların örnekleriyle doluydu.

Uygarlığın yaşam koşulları zorlaşıyor

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un, G8 toplantısından önce, New York Times’daki yorumunda işaret ettiği gibigıda, yakıt, grip salgını ve mali olmak üzere birçok kriz eşzamanlı olarak yaşanıyor, bunlara uluslararası düzeyde çözüm bulmak gerekiyor.

Bu bağlamda, The Independent gazetesinin pazar günü haberleştirdiği, Geleceğin Durumu 2009 başlıklı rapordan başlayabiliriz.UNESCO, Dünya Bankası, ABD Ordusu ve Rockfeller Foundation’un destekleriyle hazırlanan rapora göre, “sürdürülebilir bir büyüme sağlanamazsa, milyarlarca insan yoksulluğa mahkûm olacak, uygarlığın büyük bir bölümü çökecek”.

Ekonomik durgunluk (siz kriz diye okuyunuz-E.Y.), Geleceğin Durumu İndeksini (State of the Future Index), geçmiş on yıla kıyasla aşağı çekmiş. “Şiddetli işsizliğin, su, gıda, enerji tedarikindeki daralmanın, küresel ısınmanın birikimli etkileri ile birleşmesi sonucunda, gelecek on yılda dünya nüfusunun yarısı şiddet olaylarından ve toplumsal kargaşalardan etkilenecek” diyor rapor. “Bu gelişmeler, toplumsal ve siyasi istikrarı daha önce görülmemiş biçimlerde etkileyecekmiş.” İyimser bir not olarak rapor, “mali krize ve küresel ısınmaya ilişkin planlama çabalarının, insanlığın bencil buluğ çağından, küresel düzeyde yetişkinlik çağına geçmesine yardımcı olabilir” diyormuş.

Batı’nın son direnişi

İkinci durağım, İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda güvenlik çalışmaları eski direktörü, Johns Hopkins Üniversitesi Uygulamalı Fizik Laboratuvarı’nda görevli, Michael Vlahos’un, ABD savunma çevrelerinin önemli dergilerinden The National Interest’te yayımlanan“Batı’nın son direnişi” başlıklı denemesi. Bu deneme, yukarda aktardığım raporun temasının bir başka boyutuna, Batı’nın (bir yüzyıldır, ABD’nin) liderliğinin, dünyaya, yukarıdaki krizleri aşacak bir siyasi önderlik sunma kapasitesinin artık kalmadığına işaret ediyor.

Vlahos, ABD tarihinde “devrim ulusun doğuşuyla”, “iç savaş iç kurtuluşla”, “Dünya savaşı insanlığın kurtuluşuyla ilgiliydi” 9/11’i izleyen “terorizmle küresel savaş insanlığı kurtarmaya ilişkin bir vaatle başlamıştı” diyor ve ekliyor: “Sekiz yıl sonra, Ortadoğu’nun dönüşüm umudu Bağdat’ta öldükten sonra, artık bir kurtuluş umuduyla karşı karşıya değiliz. Onun yerine bir ‘sürekli savaş’ var elimizde”... Vlahos, “Ülke içinde kimliğimizi, artık savaş söylemi tanımlarken... Dışarıda ABD, dünyanın en büyük ‘iflas etmiş devlet’üreticisine dönüştü” diyor, yazısını “artık insanlığı kurtarmak yerine, insanlığın gelmekte olan dönüşümünde ayakta nasıl kalacağımızı düşünüyoruz” saptamasıyla bitiriyor.

Bu noktada, İngiltere’nin ve ABD’nin Afganistan kayıplarındaki, Irak’ta bombalı saldırılardaki ani artışlara, Çin’deki Uygur trajedisine,İran’daki direnişe, Honduras darbesine ilişkin haberlere göz atabiliriz. Bitirirken de, gençliğin durumuna ilişkin iki habere bakalım. (1)Morgan Stanley’in Londra şubesinde, iş deneyimi kazanmak için çalışmakta olan 15 yaşındaki Mathew Robson’un yazdığı bir rapor medya dünyasının liderlerini çok etkilemiş (Financial Times, 12/07). Robson’a göre onun kuşağı, Twitter’i cep telefonlarından yenilemek pahalı olduğundan, kimse profillerini göremediğinden yararsız buluyormuş, TV ve internette reklamlardan nefret ediyor, net üzerinden müzik dinlemeyi, bilgisayar oyunu oynamayı, bu oyun konsollarından “chat” yapmayı tercih ediyorlarmış. Kimsenin gazeteyi, sayfalarca metinleri okuyacak sabrı yokmuş. (2) Foreign Policy, dergisinin bir araştırmasına göre, Avrupa gençliği, özellikle iş piyasasına yeni girmekte olanlar “yapısal, uzun süreli ve korkutucu (sağlık sorunları, artan suç, intihar eğilimi, yapancı düşmanlığı, sağ radikalizm-E.Y) sonuçlara yol açabilecek bir işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya”(13/07).

Uygarlığın mirasını ve krizlerini, acaba, dünya olaylarıyla, hatta reklamlarla bile ilgilenmeyen, “chat” çevrelerine kapanmış, asosyal ve narsis, dikkat yoğunlaştırma kapasitesi çok düşmüş, demagogların yönlendirmesine açık bir kuşak mı devralmaya hazırlanıyor?

Tuesday, July 07, 2009

Kapitalizmi Sorgulayanlar Artıyor...

Piyasalarda esmekte olan iyimser rüzgârlar geçen hafta zayıflamaya başladı. Borsalar da bu değişikliği yansıtıyor. Dow Jones indeksi 12 Haziran’dan bu yana düşme eğilimindeydi. Hafta sonunda toplam gerileme yüzde 5.7’ye ulaşırken bunun yarısının son iki günde gerçekleştiği görülüyordu. Financial Times indeksi haftanın son iki günü toplam yüzde 2.4 gerileyince aylık düşüş yüzde 6’ya ulaştı. Nikkei indeksi de benzer bir eğilim sergiliyor. Avrupa borsaları,Bloomberg’in işaret ettiği gibi üç haftadır gerilemeye devam ediyor.

Bu ortamda, tartışmalar, yorumlar da ister istemez iki dipli, “W” biçimi resesyon olasılığına, yine depresyon konusuna doğru dönmeye başlıyor. Ama ilginç bir gelişme daha var. Krizin toplumsal etkileri derinleştikçe, “özgürlükçü”, “güler yüzlü” kapitalizm arayışlarına ilişkin tartışmalar da, üstelik en umulmadık çevrelerden gelen katılımlarla giderek yoğunlaşıyor. Hayırlara vesile olur inşallah.

Ekonomik haberler iyi değil...

OECD ve Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere ilişkin“olumlu” beklentilerine değinmiş ama bu ekonomilerin, dünya ekonomisinin, bırakın krizden, bu resesyondan çıkmasına olanak verecek güce ve derinliğe sahip olmadıklarına işaret etmiştim. Her şey bir yana, merkezden çevre ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin 2007 yılında 1.2 trilyon dolardan bu yıl yalnızca 363 milyar dolara gerilemiş olması, olağanüstü bir kaynak sıkıntısına işaret ediyor. Bu da, kredi köpüğünün üzerinde yaşanan büyüme ve orta sınıflarda yoğunlaşan tüketim patlamasının şimdi hızla bir çöküşe, yoksullaşmaya dönüşmeye başladığını gösteriyor. Bu çöküşün sonuçlarının bir aşamada siyasete yansıması kaçınılmaz. Daha “güler yüzlü” kapitalizm arayışlarının hızlanmasının nedeni de bu korku.

Kısacası, krizden olmasa bile, bu resesyondan çıkmanın yolu hâlâ dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 60’ını oluşturan ABD (yüzde 25-28) ve AB (yüzde 30) ekonomilerindeki bir toparlanmadan geçiyor. Ne ki geçen hafta açıklanan veriler işsizliğin ABD’de 16 ayda ikiye katlanarak yüzde 9.5’le 25 yılın, Avro bölgesinde yüzde 9.5’le son on yılın en yüksek düzeyine ulaştığını gösteriyordu. Dahası,PIMCO’nun başyatırım uzmanı ve CEO’su Mohammed El Erian’ın Financial Times’taki yorumunda dikkat çektiği gibi; bu oranlar, gittikçe artan zorunlu ücretsiz izinleri, ekonomik koşullardan dolayı emekliliğinde çalışan sayısını arttırdığını göz önüne alınca aslında göründüğünden daha kötüydü. İkincisi, genelde arkadan gelen bir gösterge olan işsizlik artışı, bu kez, talebin, kapasite kullanımının ve yatırımların üzerindeki etkilerinden dolayı bir öncü gösterge gibi işliyordu.

El Erian’ın yanı sıra, ABD Ticaret Odası baş ekonomisti Marty Regalia da bu kez sürecin olağan bir resesyon-toparlanma dinamiğini izlemediğine işaret ediyor; “bu yüzden” diyor, “toparlanmanın nasıl olacağını da önceden görmek olanaksızlaşıyor” (McClatchy Newspapers, 02/07/09). Daha önce de vurguladığımız gibi, bu kez, 1970’lerden bu yana uygulanan kriz erteleme modellerinin hemen hepsinin tükenmesiyle ortaya çıkan bir kredi krizi ve resesyon yaşıyoruz. Bu yüzden “hiçbir şey”bayağı/piyasa iktisadının öngörülerine uymuyor. Çünkü o da iflas eden son modelin bir parçası.

‘Kapitalizmin küçük kirli sırrı’

Regalia’nın işaret ettiği gibi“krizden çıkmaya başlamak için, tüketici satın almaya başlamalı, sanayi, böylece tükenen stokları yenilemek için üretime başlamalı ve bu süreç kendi kendini besleyen bir biçimde işlemeli”. Ne yazık ki geçmiş 20-25 yılda bu süreç, uluslararası yatırım bankası GLG Partners’in, varlık yönetim müdürü Ben Funnell’in,“Borç kapitalizmin küçük kirli sırrıdır” başlıklı yorumunda işaret ettiği gibi, kredi genişlemesi sayesinde sürdürülebildi. Peki neden bu bir “kirli sır”? Yine Funnel’in işaret ettiği gibi, ABD’de 1970’lerden bu yana en üst beşte birlik gelir diliminin serveti yüzde 60 artarken, geri kalanın serveti yüzde 10’dan fazla gerilemiş,“ekonomik büyümenin yararları, toplumun çoğunluğunun yerine plütokratların cebine girmiş”.“Peki öyleyse niye bir devrim olmadı?” diye soruyor Funnel ve cevap veriyor: “Çünkü, bu duruma bir çözüm bulunmuştu: Borçlandırma”. Ucuz borçlandırma insanların refah düzeylerinin gerilemesini engelledi...

Bunlar aslında bildiğimiz, yıllardır söylediğimiz şeyler. Ama, artık yatırım bankacılarının ağzından, hem de Financial Times gibi yayınlarda dile getirilmeleri ilginç. Funnel, “hem borç yükünü hem de eşitsizliği azaltacak(Popülizme bakar mısınız?- Bizdeki piyasa ayetullahlarının kulakları çınlasın-E.Y) bir siyasi mutabakata gereksinim var”diyor (FT, 30/06).

Çünkü, kredi köpüğü patladı, halkın gözünü ucuz krediyle, tüketim toplumu fantezileriyle boyamak, hızla olanaksız hale geliyor. “Zaman değişiyor”...Şimdi ne olacak?

Bir özgürlük savaşçısı olarak Lord Saatchi

Bakın, bu konularda Lord Maurice Saatchi ne diyor. Lord Saatchi,Margaret Thatcher’ı iktidara getiren seçim kampanyasını düzenleyen Saatçi & Saatçi adlı reklam şirketinin sahibidir; şimdilerde de, Margaret Thatcher’ın muhalefetteyken, neoliberalizmin kalesi olarak kurduğu düşünce kuruluşu Centre For Policy Studies’in yönetim kurulu başkanlığını yapıyor.

Lord Saatchi, The Daily Telegraph’daki “Kapitalizmin rüyası, para değil özgürlüktür”(02/07/09) başlıklı yazısında önce, “Piyasa ve demokrasi mantığının, devletin halkı için zenginlik yaratamayacağına olan inancın asla sorgulanmadığı dönem geride kaldı” diyor. Lord Saatchi’ye göre bir kişiye bir oy, tüketici demokrasisi, piyasada rekabet ne yazık ki beklenen sonuçları üretmemiş. “Serbest piyasanın ve demokrasinin, piyasanın bulaştırdığı açgözlülükten (bankacılar) ve pervasızlıktan (milletvekilleri) muaf olmadıkları anlaşıldı...Birileri kapitalizmin yasaları yerçekimi gibidir, hoşunuza gitmeyebilirler ama uymak zorundasınız diyordu”, diyor Lord Saatchi ve ekliyor: “Ama devletle piyasa karşılaştılar, devlet kazandı”... “İnsanlık tarihinin bu en büyük mali krizi belki de biraz fazla laissez faire olduğu için patlak verdi. Belki şimdi bize biraz daha fazla dirigisme(güdümlü ekonomi E.Y)gerekiyor...

Lord Saatchi’ye göre kapitalizm ve özgürlükler de geçen dönemde yanlış anlaşılmıştır. “Amaç”diyor, “para değil özgürlüktür”. Ve inanılır gibi değil ama J.K. Galbreight’ten aktarıyor:“Özgürlüğün önünde en büyük engel parasızlıktır” (Siz laikliktir sanıyordunuz değil mi?).

İlginç zamanlarda yaşıyoruz,Greanspan, “sistem çapında bir çöküş riski, piyasa ekonomilerinin kaçınılmaz bir özelliğidir” diyor. Banka CEO’ları eşitsizlikten, gelir dağılımının bozukluğundan yakınıyorlar. Thatcher’ınGeobbels’i”, Lord Saatchi, neoliberalizme, para kazanma hırsına köklü ekonomik, ahlaki eleştirileri yöneltip, daha çok devlet müdahalesi, özgürlük ve siyaset istiyor, “yarın başka bir gün olmak zorundadır diyor”...Serbest piyasa ayetullahlarını bıraktım, sözüm, liberalleşmeden, yandaşlardan medet uman solculara...