Wednesday, October 03, 2007

İkinci Senaryo + Enflasyon

(Cumhuriyet 01.10.2007)
Bir süredir, dünya ekonomisiyle ilgili iki senaryodan söz ediyorduk. Birincisinde ABD ekonomisi yumuşak iniş yapıyor, dünya ekonomisi Hindistan, Çin gibi hızlı büyüyen ülkelerin, Avrupa Birliği'nin dinamizmine dayanarak yoluna devam ediyordu. İkinci senaryoda, ABD ekonomisi resesyona giriyor, dünya ekonomisi ABD'den kopamıyor, resesyon küreselleşiyordu. O sırada, iyimserler yüzde 5'in üzerinde seyreden büyüme hızına bakarak, küresel resesyon olasılığından söz edenlerle adeta dalga geçiyorlardı. Halbuki, bu güçlü büyüme ABD ekonomisinin performansına, devasa bir kredi köpüğünün dopingine dayalıydı, bunların ikisi de tehlikedeydi. Ancak, şimdi daha fazlası da var. Emtia fiyatlarındaki hareketler, Çin'in ihracat fiyatlarının yükselmeye başlaması ve doların seyri, küresel resesyonun an azından ABD'de enflasyonla birlikte yaşanacağını, düşündürüyor.

Küresel resesyon gündemde.

İki hafta önce ABD ekonomisinin resesyona girdiğini savunmuştuk (17/09). Üstelik, ABD ekonomisinde ev sektöründe başlayan borç krizi, mali küreselleşmenin denetimsiz, spekülatif hareketlerinin yarattığı son derecede girift bağlantılarla diğer sektörleri ve ülkeleri de etkileyerek dünya ekonomisinde yayılıyordu. Merkez bankalarının likidite enjeksiyonları, faiz indirimleriyse, borsaları desteklemekle birlikte, krizin yayılmasını engelleyemiyor, aksine, bir taraftan emtia piyasalarındaki köpüğe enerji veriyor, diğer taraftan "gelişmekte olan piyasalarda" yeni bir köpük oluşturuyordu.

Birinci senaryonun en tutkulu savunucularından, Goldman Sachs, geçen hafta, ikinci senaryoyu savunanların safına katıldı. Sachs'ın, "The Global Economy hits a Crunch" (Dünya ekonomisi bir kredi krizine çarptı) başlıklı raporu, Asya ve Avrupa'nın büyüme bayrağını ABD'nin elinden alarak taşımaya devam edebileceklerine artık güvenemediklerini belirtiyor. Sachs daha önce, ABD'de başlayan krizin, bir "ülkeye özgü şok" olduğuna başka ülkelere sıçramayacağına inanıyormuş. Şimdi bu inanç sarsılmış ( Daily Telegraph, 28/09). Sachs açıkça söylemese bile, ABD'de resesyonun başladığını kabul ediyor. Beklenti değiştiren tek kronik iyimser Sachs değil. Geçenlerde yayımlanan kitabında "valla billa benim suçum değil" demesine karşın artık tarihe "köpüklerin efendisi" olarak geçmekten kurtulamayacak olan eski FED Başkanı Greenspan da, Bloomberg 'in aktardığın göre altı yıllık büyümenin yerini bir resesyona bırakma olasılığının arttığını düşünüyormuş.

Bir başka kronik iyimser de IMF. Ancak şimdi, IMF'de krizin yayılmasını bekliyor. Geçen hafta, Financial Times Deutschland 'a göre, IMF, kredi krizinin, kaldıraçlı kredilerde, özel varlık şirketleri gruplarında, ABD "subprime" ev piyasasında görülen soruların yaşanabileceğini düşünüyor, dünya ekonomisi çapında bir bulaşıcılık riskine dikkat çekiyordu.

Geçen haftanın ekonomik haberleri bu saptamaları destekliyordu. Avrupa'da para piyasalarında koşullar kötüleşmeye devam ediyordu; İngiltere, İrlanda, İspanya'da ev piyasalarındaki sorunlar ağırlaşmaya başlamıştı. Kield'deki Dünya Ekonomisi Enstitüsü 'nün başkanı Denis Snower 'e göre kredi krizi, Almanya gibi ev piyasası köpüğü sorunu olmayan ülkelerde bile reel ekonomi üzerinde, döviz oranları ve ihracat sanayii üzerinden ciddi olumsuz etkiler yapacaktı ( Euro Analysis , 28/08). Avrupa Komisyonu'na göre AB'de ekonomik iyimserlik, eylülde, 16 ayın en düşük noktasına gerilemişti.

Enflasyonun tehlikesi...

Yapısal krizin, 1970'lerden bu yana ilk kez, resesyonun yanı sıra enflasyon olgusunu da gündeme getirdiği görülüyor. Ekonomi politikası tasarımcılarının kâbusu "stagflasyon" yeniden gündemde. Kaba iktisatta, merkez bankaları ve hükümetlerin esas olarak enflasyonla durgunluk arasında bir tercih yapmaları gerekiyor. Örneğin, Financial Times 'dan Martin Wolf geçen hafta, "FED resesyona karşı enflasyon tehlikesini dengelemelidir" diyordu. Ancak, 1970'lerdeki gibi, enflasyon ve resesyonun birlikte gelişerek, kaba iktisadın ekonomi politikalarını felç etmesi de söz konusu. O zaman sürecin gereken yıkımı gerçekleştirmesini beklemekten, hatta, 1980'lerin başında İngiltere ve ABD'de olduğu gibi hızlandırmakta başka çare kalmıyor. Reagan ve Thatcher hükümetleri, bu stagflasyon sorununu, resesyonu derinleştirerek, sendikaların pazarlık gücünü kırarak, devletin elindeki kaynakları, büyük sermayeyi resesyonun etkilerinden korumakta kullanarak aştılar. Bu arada krizin yükü de toplumun geri kalanının üzerine yıkıldı. IMF de mali sermayenin kendine yeni talan alanları, çokuluslu şirketlerin de kendilerine yeni ucuz ve sendikasız işgücü kaynakları, korumasız piyasalar bulmasına olanak sağlayacak politikaları dayatmaya başladı. Böylece "küreselleşmeye" başlayınca, enflasyonist basıncı hızla gündemden çıktı; 25 yıl boyunca, küreselleşme "tam kıvamında" (ne sıcak ne soğuk) ekonomi yaratıyor, iş çevrimleri tarihe karıştı hikâyeleri giderek yaygınlaştı.

1997'de Asya krizi, 2000'de borsa krizleri, 2001'de patlak veren depresyon tehlikesi bu neoliberal mali küreselleşme modelinin tükendiğini gösteriyordu. Ama ABD ve diğer merkez bankalarının birlikte başlattığı parasal genişleme, hem resesyonu yarıda kesti hem de her büyüme bir sonraki krizin tohumlarını atar mantığını doğrularcasına, bugünkü krizi hazırladı. Şimdi yeniden bir mali genişleme çabası var, ama sorun kredi krizi olarak kendini gösterdiğinden, sermayeye likidite ve faiz indirimi yeterli değil; esas olarak yeni avlanma alanları gerekiyor. Bu yüzden hem mali-sermayenin spekülatif hareketlerinin "gelişmekte olan ülkelerin piyasalarında" hem de emtia piyasalarında yoğunlaştığını görüyoruz. Spekülatörler, Hindistan ve Çin gibi ülkelerden gelen basınçla yükselmekte olan emtia piyasaları fiyatları trenine atlıyorlar. Böylece, 19 temel emtianın fiyatlarını izleyen Reuters/Jefferies endeksi bir ayda yüzde 8 sıçrıyor. Petrol 80 doların, altın 750 doların üzerine yerleşiyor ( Bloomberg , 28/09). Bu aynı zamanda dolardan kaçış anlamına geldiğinden doların gerileme sürecini hızlandırıyor.

Resim son derece karmaşık: Bir taraftan, durgunluğun yanı sıra dünyada bir enflasyonist baskı güçleniyor. Diğer taraftan, enflasyonist baskı ABD'de ithalat fiyatlarındaki artışları körükleyerek, alt sınıfların tüketim kapasitesini düşürüyor, böylece sınıflar arasında 1990'lar boyunca korunan dengeler zorlanmaya başlıyor. Bu zorlanmanın bir etkisi, Morgan Stanley Asya Yönetim Kurulu Başkanı Stephen Roach 'ın New York Times 'daki yorumunda vurguladığı gibi (25/09), ucuz işgücüne dayalı üretim yapmakta olan ülkelerden, özellikle Çin'den gelen mallara karşı korumacılık eğilimini güçlendiriyor. Korumacılık eğilimiyse, Çin'i ABD'den başka piyasalara yönelmeye zorluyor. Bu da dolara yönelik uluslararası talebin daha da zayıflamasına, devalüasyonun hızlanmasına, dolar cinsinden emtia fiyatlarının, ABD ithalat maliyetlerinin, dolayısıyla enflasyonist basınçların daha da güçlenmesine, faiz oranlarını yukarı doğru çekerek, resesyonun daha da ağırlaşmasına yol açıyor.

Bu sürecin bir aşamasında, spekülasyonun, gelişmekte olan ülkelerin birinde, yine bir mali krize yol açması (içi boşalan, borçlarını ve cari açığını kaldıramayacak noktaya gelen bir ekonominin çökmesiyle), bu kez çevreden merkeze doğru bir bulaşıcılık dalgasının başlaması da ikinci senaryonun içinde. Kısacası dünya ekonomisi ve neoliberal kriz yönetim modeli kilitlenmeye başladı.